Foreign Policy’de yayımlanan bir makale Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Humeyni gibi bir politik konuma doğru ilerlediğini yazdı.Makalede 15 Temmuz’un ardından TSK’nın Erdoğan’ı engelleme gücünün de kalmadığı vurgusu yapılırken, seküler kesimlerin bu konuyu risk olarak algıladıkları ileri sürüldü.
Laik ve elit Türkler uzun zamandır kendi ülkelerinde İran benzeri bir teokrasinin hakim olacağından endişeleniyorlardı, şimdi korkuları gerçek oluyor. Geçtiğimiz ay kendi hükümetine karşı düzenlenen başarısız darbe girişiminin ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı geniş çaplı temizlik harekatı sonrasında Türkiye devleti, İran’ın 1979’da ortaya koyduğu otoriter İslami bir yönetime doğru ilerliyor.
Elbette aralarında pek çok fark var, fakat Türkiye’nin mevcut durumu ve 1979 İran İslam devrimi arasında çarpıcı benzerlikler de bulunuyor. İran’ın devrim öncesi politik sahnesi, Türkiye’nin günümüzdeki hali gibiydi, nispeten dinamik ve birbirleri ile Marksist gruplardan ulusalcılara kadar çekişen partilere ve gruplaşmalara tüm politik yelpazeyi kaplayan sürtüşmeler eşlik ediyorlardı. Gerçek şu ki, Şah Muhammed Rıza Pehlevi en yüksek makamdan hükmediyor, fakat kendisine karşı sokaklarda yürüyüşler düzenleyen milyonlarca İranlı farklı istekler ve ideolojiler tarafından yönetiliyorlardı.
TÜRKİYE DE BENZER BİR UÇURUMUN KENARINDA
Bu süreç sonunda idaresi karaya çakılarak yerine teokratik bir yönetim geçmişti. İran devrimi başlangıçta bütünüyle İslamcı olmasa da, İslamcılar bir gücün yönetimi altındalardı, bu güç kendisine güvenen, ve karizmatik lider, Ayetullah Ruhullah Humeyni’ydi. Günümüzde Türkiye de Erdoğan’ın ilahi iyi donatılmış güçleri ile benzer bir uçurumun kenarındadır.
Humeyni’nin İslamcı gruplaşması laikliği ve ulusalcılığı ”Batı tarafından zehirlenmiş” güçler olarak görüyorlardı, bu güçler İranlı Müslümanları da zehirlemişlerdi, bu düşünce çerçevesinde devrim sonrasında bu ideolojilerin etkisindeki insanlara karşı geniş ölçekli bir tutuklamak süreci başladı ve pekçoğu idam edildiler ya da devlet kurumlarından atıldılar. Ordu da İslamcılar için öncelikli bir hedef haline gelmişti. İslam Cumhuriyeti, Şah’a bağlı olan binlerce ordu mensubunu idam etmişler, etkili bir ssavaş gücü olan Artesh’i ya da geleneksel orduyu kısırlaştırmışlardı. İslam Devrimi Muhafız Ordusu (İDMO) ve paralimiter Besiç sadece Irak’ta savaşmaları için kurulmamışlardı, aynı zamanda İslam devletini iç düşmanlardan da korumak görevleriydi, bilhassa potansiyel askeri darbelere karşı.
TÜRK ORDUSUNUN ERDOĞAN’IN MUTLAK GÜCÜ ELDE ETMESİNE KARŞI ÇIKMASINI ENGELLEDİLER
Erdoğan da darbeyi aynı şekilde kullanıyor – unutmayın ki yaşananları “Allah’ın nimeti” olarak nitelendirmişti – ve Türkiye’nin laik devletini bitirirken binlerce muhalifini hapishanelere gönderiyor. Buna devlet hizmetinde bulunanlara ve devlet içerisinde kendisine muhalif olduklarından kuşkulandıklarını içeren uzun bir liste dolusu kişiye karşı düzenlenen büyük ölçekli bir tırpanlama operasyonu da dahil. Fakat, İran’da olduğu gibi, Türk ordusu tüm bu temizlik operasyonunun merkezinde yer alıyor. Temizlik operasyonunu sadece şimdilerde iğdiş edilmiş olan Türk ordusunun ülkenin İslamcılaştırılmasının önündeki yegane engel olması nedeniyle değil. Erdoğan’ın daha önce üzerine gitmeye başladığı ve şu darbeye kalkışan muhalifleri, Türk ordusunun Erdoğan’ın mutlak gücü elde etmesine karşı çıkmak için var olan gücünü de engellemiş oldular.
İran devriminin ülke genelindeki tüm muhalif partileri elimine etmesi de gözünde bulundurulmaya değer. Ayetullah Humeyni devrimin ilk yıllarında sembol bir rol üstlenmek istemiş fakat İran halkının Şah’a istinaden duyduğu hayal kırıklığı ile İran halkının ABD ve Batı’ya istinaden varolan sorunlarını büyük bir güç elde etmek için kullanmıştı; kendisine ruhani lider rolünü uygun görmüş, bu rol kendisine İran’ın dini, politik ve askeri önderi olmasının önünü açmıştı. Halefi olan, Ruhani Lider Ayetullah Ali Hamaney’işn tercihi, İran’ın politik sistemi daha az İslam cumhuriyeti nitelikleri taşırken, devletin ise daha güçlü bir şekilde Allah tarafından kendisi ve takipçileri için aydınlatılmış İslami bir çizgide kalması yönünde.
Türkiye’nin düzenli politik muhalefeti darbe girişiminin ardından kendisini daha zayıf bir noktada bulmuştur. Tüm önde gelen Türk partileri darbeye karşı bir duruş sergiliyorlar fakat Erdoğan’ın önüne gelen herkesi Türk devletine ihanet suçlamasını yöneltebilmesine karşı da sert bir baskıda bulunuluyor. Bu bilhassa PKK’nın yanında saf tutan HDP için geçerli. Erdoğan yakında PKK ayaklanmasına karşı olan savaşı kullanarak darbe ile başlayan ülke içerisindeki sıkıyönetimi iç güvenlik tehditlerini ve seküler güçleri baskı altına almak için arttırabilir.
ERDOĞAN ÇİZDİĞİ GÜVENİLMEZ İMAJI DÜZELTMEYE ÇALIŞIYORDU
Ayrıca, Erdoğan parlamento gibi öteki seçilmiş kurumları etkisiz bırakacak şekilde bir başkanlık sistemine geçmek üzere de bu darbeyi bahane haline getirebilir. Darbeden önce, Erdoğan çizdiği güvenilmez imajı düzeltmeye çalışıyordu; fakat şimdi uyguladığı yapısal düzeltmeler kendisini uzun yıllar sürecek bir başkanlığa götürebilir, tabi elbette eğer hayat boyu sürdürmezse.
Artan şekilde Türkiye Erdoğan çevresinde oluşan kişisel bir tapınma hali içerisinde, o ise kendisine bir kurtarıcı portresi oluşturmakla meşgul. Hatta AKP ve partinin önde gelen siyasetçileri de bir kenara itilerek Erdoğan’ın elde etmek istediği güce ulaşmasını sağlamak üzere var olan araçlar haline geldiler.
Sonuç olarak, şu da unutulmamalı ki, İran’da yaşanan İslamcı kalkışma gücünü pekiştirme işine asla son vermemişti. Aşamalı süreç olmasıyla birlikte günümüzde halen devam etmektedir, özellikle de ülkenin eğitim kurumlarında. İran’ın mevcut ruhani lideri ülkenin önde gelen büyük üniversitelerinde bulunan laik eğitimcileri temizlemeye bilhassa hevesli görünmektedir. Bu konudaki gayretleri Mahmud Ahmedinejad zamanında bilhassa etkili olmuştur, o dönem binlerce üniversite profesörü ve dekan görevlerinden kovulmuş, politik anlamda muhalif oldukları varsayılan çok sayıda öğrenci sürgün edilmişlerdi. İran’ın okullarında düzenlenen temizlik harekatı mevcut Başkan Hasan Ruhani döneminde büyük ölçüde durdurulmuş olsa da güvenlik arttırılmış, özellikle İran İslam Devrimi Muhafızları ve Besiç’in bir muhalif yetiştirme merkezi olarak gördükleri eğitim sistemi üzerindeki gözetlemeleri arttırılmıştı.
EŞSİZ DİNİ OTORİTERLİĞE SAHİP DEĞİL.
Erdoğan hükümeti de Türkiye’nin eğitim sisteminde benzer bir temizlik harekatına girişmiş durumdalar, binlerce profesör ve dekan ‘Gülenci’ oldukları gerekçesi ile kovuldular. Türk devleti devlet okullarına fazladan dini dersler eklemiş bulunmakla birlikte, ayrı bir dini eğitim veren devlet kontrolünde eğitim sistemi de kurabilirler.
İslamcı İran ile yakın gelecekte İslamcı olması muhtemel olan Türkiye arasındaki karşılaştırma elbette mükemmel değil. Erdoğan ve AKP artarda kazandıkları seçimlerle işbaşına geldiler; Türkiye toplumsal bir devrime şahit olmadı; ve mevcut krizler seçilmiş hükümeti devirmek isteyen darbe girişimi nedeniyle ikiye katlanmış durumdalar. Ordu gibi laik kurumlar, zayıflatılırken, tamamıyla da yok edilmiyor. Sözüm ona Gülen cemaatinin organize ettiği söylenen darbe ve sonrasında temel hedef haline gelen temizlik operasyonunun da Erdoğan’ın çok defa talep ettiği başkanlık sistemine karşı bir tehdit haline gelebilir. Buna karşın kullandığı benzer otoriter taktikler, daha önce gücünü elde etmesine yardımcı olan kuvvetleri bastırması gibi, Erdoğan sonuçta bir Humeyni değil; kendisi Humeyni’nin bir zamanlar sahip olduğu ölçüde büyük bir ulusal desteğe ve eşsiz dini otoriterliğe sahip değil.
Fakat, İslam Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, Erdoğan devleti ve toplumu aşamalı şekilde İslamlaştırmak için uygun ortama sahip – ve İslam Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, Erdoğan tüm kurumları altını oymakla meşgul, Erdoğan’ın otoriterliği ile karşılaşanların başında ise medya ve akademi geliyor. Washington’da en çok kaygı uyandıran şey, Erdoğan’ın kendi güvenirliğini arttırmak için Amerikan karşıtlığına bel bağlamış olması, bu nedenle IŞİD tehdidine karşı verilen savaşta çok önemli bir müttefikin altını oyuyor. Zihinde canlandırmak şimdilik zor olabilir, fakat İran da bir zamanlar Washington’ın önde gelen muhalifi olmadan önce bölgede Birleşik Devletler’in müttefikiydi.
Türkiye ve İran farklı olabilirler, fakat pek çok çarpıcı benzerlik gözden kaçmayacak nitelikte: Milyonlarca Türk ve İranlı uluslarının askeri ve monarşik yönetimlerden kaçarken dindar yönetimlerin pençelerine düşmüş halde gördüler. İran’ın trajedisi 1979’da başladı; Türkiye ise kendi tehlikeli yolculuğuna henüz başladı.
Ali Rıza Nader – Foreign Policy
Kaynak:Oda tv