CHP kurultaya giderken İlhan Cihaner ve Selin Sayek Böke’nin yayınladığı manifesto gündeme oturdu. Bu iki isim CHP içinde bir ekol mü, yoksa hizip mi?.. CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner’le manifestoyu ve siyasi iklimi konuştuk. Manifesto için “Sol ve sosyalizan değerlerin dünyada yeniden yükselişe geçtiğini düşünüyoruz. Bu da böyle bir hizip, kanat gibi şeyleri aşan bir durum; artık bir siyasi akım. Sadece Türkiye’yi değil dünyayı ilgilendiriyor” diyor Cihaner… CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner Gazete Habertürk’ten Kübra Par’a konuştu…
– Kurultay için Selin Sayek Böke’yle birlikte manifesto yayınladınız. Böke’ye “Neden Cihaner?” diye sormuştum. Size de sorayım; neden Böke?
Çok iyi konuşuyor, çok akıllı biri… (Gülüyor…)
– Siyasi ve ideolojik tüm görüşleriniz örtüşüyor mu, yoksa kurultay özelinde mi?
Bir kere 2 kişi değiliz. Partiye destek veren, partiye üye olan/olmayan çok fazla kişi var. Sadece 2 kişi ile duyurulmasının teknik olarak daha doğru olacağını gördük.
– Peki bu siz CHP içinde bir grup musunuz, bir ekol müsünüz, bir hizip misiniz?
Değiliz. Manifestomuzun girişinde de söyledik. Dünyada bir şeyler oluyor. Daha önce tarihin sonunu ilan edenler bile bunun şu anda doğru olmadığını ve daha sol ve sosyalizan bir dünyanın, içinde bulunduğumuz krizleri aşabileceğini söylüyor. Bu değerlerin yeniden yükselişe geçtiğini düşünüyoruz ve bu da böyle bir hizip, kanat gibi şeyleri aşan bir durum; artık bir siyasi akım. Bu sadece Türkiye’yi de ilgilendirmiyor; dünyada da konuşulmaya başlandı. Sınıfın yeniden tanımlanması, üretim bölüşüm risklerinin yeniden dizayn edilmesi tartışmaları var. Biz de orada az çok onu tarif eden bir politik hat sunduk. CHP’yi de aşan bir iddia ortaya koyduk.
– Aykut Erdoğdu, Veli Ağbaba gibi isimlerin sizinle hareket ettiği doğru mu? Başka kimler var?
Saydığınız isimler yok. Bizim bu manifestoda tarif ettiğimiz hat, parti içi iktidarın realize ettiği politikaları, giderek Türkiye’nin geneline hâkim olan iktidarı ve dünyadaki hegemonyayı eleştiren bir hat. O adı geçenlerin hiçbiri bu süreci yürüten isimler arasında değil. Bazıları “10 Aralık Hareketi de size yakınmış” diyor. Bu da doğru değil…
– Peki, niye yoklar? Siz onların yönetim anlayışına mı karşısınız?
Bazı arkadaşlarımız birçok konularda bizim gibi düşünüyor olabilir. Ama biz partide mevcut MYK’nın yürüttüğü bazı süreçleri eleştirerek başlıyoruz. Ayrıca hem genel başkanın MYK’sında olup hem de ona eleştirel bir hat açmak, etik olarak da doğru değildir. Ya orada olursunuz ya da oradaki bir sorundan rahatsızsanız istifa edersiniz. Nitekim Selin Hanım da bunu ortaya koydu.
– CHP’de tam olarak neyi eleştiriyorsunuz ya da ne yapılmasını talep ediyorsunuz?
En önemlisi, iktidarın Türkiye’deki yapıyı üzerine inşa ettiği iki hattı keskin bir şekilde eleştiriyoruz: Bir, neo-liberal, yağmacı rantçı ekonomik model. İki, din istismarcı siyasal İslam ve yavaş yavaş yeniden filizlenen yeni Osmanlıcı politika. Bu hatta cepheden karşı çıkılması gerektiğini düşünüyoruz.
– Peki, bunların yerine ne koyuyorsunuz? Neo-liberal ekonominin yerine Marksist ekonomi mi örneğin?
Hayır, daha kamucu, bölüşümü de dikkate alan kısmen Keynesyen bir politika. Artık 21. yüzyılın sosyalizmi tartışılıyor. Aslında Türkiye, Atatürk döneminde buna benzer bir dinamiğin etkisiyle karma ekonomik model uygulamıştı.
– Hem bugünün küresel ekonomik düzeninde hem de CHP olarak iktidara gelmek istiyorsanız, sermaye sınıfıyla kuracağınız ilişkileri göz önünde bulundurduğumuzda bu mümkün mü?
Şu sıralar sermaye bile yaptıkları modelin çöktüğünü söylüyor. Şu anda dünyadaki gerilim, Türkiye’deki gibi yapay laik-antilaik gerilimi üzerinden tartışılmıyor. Egemenler ve sömürülenler, yani yüzde 1 ile yüzde 99 arasındaki gerilim üzerinden kendini ifade ediyor. Dolayısıyla, bizim sermayeyi önceleyen bir politikanın dünyada çöktüğünü görmemiz lazım. Refah devletleri, dünyadaki eşitsizlik büyüdükçe kendi korunaklı alanlarında, o yüksek duvarların arkasında bile rahat edemiyor.
– Küreselleşmenin yıkılmakta olduğuna dair iddialara işaret ediyorsunuz yani…
Tabii onu sorgulayıp ona cepheden karşı çıkılması gerekir. Solun, sosyal demokrasinin biriktirdiği değerler üzerinden bir politika üretip o değerler üzerinden bu sisteme karşı çıkmamız lazım.
– Türkiye’deki yüzde 60’ın sağ ve muhafazakâr olduğu düşünülüyor. CHP’nin oyunu yüzde 50’nin üzerine nasıl çıkaracaksınız?
Bir kere yüzde 60’ın sağ olduğu gibi statik bir seçmen tercihi yaparsanız zaten siyaset yapmaya gerek yok. Biz partinin siyasetlerini bu ezberler üzerinden yürütmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun yerine, güvenlik alanında, terör alanında, laikle ilişkilenen eğitim gibi alanlarda eğer sağlıklı bir şekilde, bahsettiğimiz değerler üzerinden gidilirse başarıya ulaşılacağına inanıyoruz. Merkez, sağ, sol kavramları sabit kavramlar değil; onun için biz “Değer” dedik.
– CHP’nin sağa açılımla yüzde 25 oy aldığını düşünenler var. “Açılımdan vazgeçilirse yüzde 25’in de altına düşer” tezine ne diyorsunuz?
Bu iddia sabit bir sağ-sol olduğu varsayımı üzerine oturuyor. Şu anda “Merkez sağ” diyebileceğimiz bir seçmen davranışı olduğunu düşünmüyorum. Bu çok esnektir. O yüzden biz değerlere referans veriyoruz.
– CHP muhafazakar kesimi ötekileştirmekle eleştirildi. Önerdiğiniz söylem yine buna yol açabilir mi?
Bilakis, muhafazakâr kesimle ilişki kurma, üretilen siyasetin onlara ulaştırılmasına ilişkin siyasal iletişimi ve örgütlenme modelini ilgilendiriyor. Biz çelişkiyi ezen/ezilen, sömüren/sömürülen üzerinden kurarsak, tam tersi orayla bağlantıyı güçlü kurmuş oluruz. Sol söylemle sağı da kucaklayabiliriz.
‘KAFTANCIOĞLU ÇOK YAPAY BİR TARTIŞMA’
– Canan Kaftancıoğlu’nun CHP İstanbul İl Başkanı seçilmesi büyük tartışma yarattı. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Bir kere, Kaftancıoğlu’nun tweet’leriyle açılan her bir tartışma başlığı aslında bir anayasal özgürlük alanına işaret ediyor.
– Ama küfürlü tweet’leri de var. Onlar da özgürlük mü?
Onlarla ilgili özür diledi ama diğer başlıkların hepsi bir anayasal özgürlüğe işaret ediyor.
– Ya Atatürk’ün askeri/ yoldaşı tartışması?
CHP içerisinde Atatürk’ü dışlayarak hiç kimse siyaset yapamaz. Sosyal medyanın kendine özgü bir iklimi var. 140 karaktere sığdırılan bir açıklama söz konusu, belki orada bir hata var. O slogan ilk ortaya çıktığında da başka bir parti tarafından kullanılıyordu. Zaten Atatürk’ü slogana sığdıramazsınız; “Yoldaşıyız” deseniz de “Askeriyiz” deseniz de dışarıda bir şey kalır. Çok yapay bir tartışma. Herkes Canan Kaftancıoğlu’nun Atatürk’e nasıl baktığına biliyordur. Buradan CHP’yi sıkıştırmak istiyorlar. 3 yıl öncesine kadar “Eliniz değmişken tüm heykelleri yıkın” diyen fesli bir meczubu kendilerine danışman yapan adamlar, kalkmış şimdi bize Atatürkçülük dersi vermeye çalışıyor.
– Canan Kaftancıoğlu olayı sanki biraz turnusol kâğıdı oldu. Ulusalcılar, sol damar ve merkez sağa yakın damar arasındaki farklar giderek derinleşiyor mu?
Öyle bir şey yok. Dünya altüst oluş yaşıyor. Kavramların işaret ettiği ilişkiler, sosyolojik gerçeklikler değişiyor.
– CHP bu tartışmaları aşamazsa bölünür mü?
Muhtemeldir ki başka dinamiklerin etki ettiği bir şeydir. Bizim tabanımızda ulusalcılık bir kesim tarafından neredeyse faşiste eşdeğer, pejoratif anlamında kullanılıyor. Oysa bizim tabanımızdaki ulusalcılık algısı daha çok anti-emperyalizme denk gelir. Ama ulusalcılık henüz politik olarak operasyonel bir kavram haline gelmediği için de bazen Kemalizm yerine, bazen anti-emperyalizm yerine kullanılıyor. Doğrudan doğruya bazen de başka bir partiye aidiyeti gösteriyor. Bu karmaşa buradan çıkıyor. Partinin programı ortada.
‘KILIÇDAROĞLU’NUN KİNCİ BİR YAKLAŞIMI YOK’
– Kılıçdaroğlu bu manifestoyu nasıl karşıladı?
Henüz görüşmedik.
– Ne duyum aldınız?
Olumsuz bir yansıma yok.
– Size kızıyor olabilir mi? Arada soğukluk var mı? Selin Hanım sözcülükten de istifa etmişti malum…
Yok canım. İstifa sonrasında da defalarca görüşmüşlerdir. Genel başkanın o tarz bir kinci yaklaşımı yok.
‘BÖYLE GIDERSE HDP’NIN KÜRT SEÇMEN TEMSILIYETI BITER’
– Sol sosyal demokrat çizgiye vurgu yaparken; sizin TKP, ÖDP, EMEP gibi diğer sol partilerden farkınız ne?
Bir kere, bizim Atatürk ilkeleri ya da Cumhuriyet kazanımlarına verdiğimiz anlam var. Partinin özgün dinamikleri, özgün besleyenleri var. Ama kuşkusuz, AKP’nin yarattığı baskı ve ortaya koyduğu tehdit, bu yapıların beklentilerini daha azaltıp eşitlik, özgürlük, adalet, laiklik, barış gibi çok daha basit kavramlar etrafında birbirine yakınlaştırdı. (Bu partilerle koalisyon?) Bu, bizim karar verebileceğimiz bir şey değil ama tabii ki olmalıdır. Özellikle referandum sürecinde bu partilerin sahada çok güçlü olduklarını ve hatta CHP’nin ulaşmasının güç olduğu bazı yerlere aynı ilkeler çerçevesinde ulaşabildiklerini gördük.
– Peki ya HDP? Sizin eleştiriniz var mı?
Aynı ilkeleri HDP savunuyorsa pekâlâ olabilir. Eleştirim tabii ki var. Özellikle belli bir dönemde, “Türkiyeleşme” olarak ortaya çıkan ve Türkiye’deki Türk-Kürt bölünmesi eksenindeki kaygıları giderecek girişimleri oldu ama bunu çok daha güçlü bir şekilde dile getirmeliydiler. Eğer siyaseti bu şekilde normalleştirecek bir atmosfer hayata geçirilebilseydi, Kürt sorununun kalıcı bir şekilde toplumun tamamının benimseyeceği barışçıl bir çözümüne yol açılabilirdi. Orada toplumun tamamını değil, sadece AKP’yi referans aldılar. O süreçte soldan gelen iyi niyetli eleştirilere fazla kulak asmadılar. Türkiye dışında bazı dinamiklerin sol değerler üzerinden eleştirisini biraz daha yüksek sesle yapmalıydılar. Başta PKK’nın yöntemleri, yaşattıkları konusunda… Şu anda Ortadoğu’daki statükoya en güçlü müdahale, PKK’nın Türkiye topraklarında silahlı eylemlere kalıcı olarak son verdiğini açıklaması olur. Bu tüm dengeleri bozar, emperyalizmi de iyot gibi açığa çıkarır, Türkiye’deki demokratik yapıyı da güçlendirir ve siyaset konuşmaya başlarız. HDP burada kendisine daha güçlü partnerler edinip özellikle PKK’ya dönük daha eleştirel bir hat açmış olmalıydı. Böyle giderse HDP’nin Kürt seçmen üzerindeki temsiliyeti de eski gücünü yitirir.
‘TERÖR ÖRGÜTÜ DEMEK SORUNU ÇÖZSEYDİ…’
– Selin Sayek Böke, “PYD terör örgütü müdür?” soruma “Buna karar verecek olan biz değiliz” dediği için günlerdir tartışılıyor. Siz PYD’yi bir terör örgütü olarak görüyor musunuz?
Bu, düşünce iklimimizi ne kadar çoraklaştıran bir şey. Keşke bir yapıya, bir terör örgütüne “Terör örgütü” demek, o sorunu çözseydi. Yarın hepimiz toplanalım, “PKK terör örgütüdür” diye Türkiye’nin tamamı tek bir ağızdan bağırsın ve bu sorun çözülsün. Birinin “Terör örgütü” demesi veya dememesinin suçlama amacıyla kullanıldığını görüyoruz. Tahir Elçi’yi de oradan sıkıştırarak hedef haline getirmişlerdi. Üstelik hedef haline getirenler de 1 yıl önce “Terör örgütü” dediklerini kendilerine partner olarak alanlardı. Yine 1 yıl önce anlaşıp “Bunlar bu milletin çocuklarıdır. Başlarındaki adam (Öcalan) dâhidir, Türkiye’yi en iyi anlayan odur” diyorlardı. Şimdi sıkıştıkları ve açıklayamadıkları bir anda, birazcık soru soran insanları yaftalamak için “Terör örgütü mü değil mi?” diye soruyorlar. Önceki gün Reyhanlı’ya bir roket düştü, 17 yaşında bir kızımız yaşamını yitirdi. O roketi atan her kimse, hiç şüphesiz tabii ki terör örgütüdür. Devlet ve hükümet, eğer sahiden ulusal çıkarlarımızı düşünüyorsa, Türkiye içerisindeki bu yaftalayıcı dili terk etmeli.
– Kastınız Türk Tabipler Birliği mi, yoksa PKK’ya “Terör örgütü” demek istemeyen Kürt hareketi mi?
Tabii ki Tabipler Birliği’ni kastediyorum. İhtimaldir ki PKK’ya “Terör örgütü” demek istemeyen de vardır. Bu Türk Ceza Kanunu’nda suçsa, zaten yasa tanımlamıştır ve gereği yapılır.
– Siz bir hukukçu olarak bunun suç olduğunu düşünüyor musunuz?
Faşizm, bir şey söyleme mecburiyetidir. İnsanlar yaptıkları üzerinden suçlanırlar. Eğer bunun ucunu açarsanız Ortaçağ’ın gerisine gideriz. Ankara patlamasına “Terör eylemi değildir” diyen bir adam kınanabilir. Siyaseten benimsemezsin. Ama herkese mikrofon tutup “Terör örgütü mü, değil mi?” diye sormak, ceza hukuku anlamında işlevsel değil. Konuşmasının bir yerinde o eylemi övüyorsa bu suçtur.
– Peki, “Terör örgütü değildir” demek övmeye girer mi girmez mi?
Bülent Arınç’ın o konuda açıklamalarına bakarsanız, Türk Ceza Kanunu’nda yapılan terörle mücadele değişikliğiyle Abdullah Öcalan’ı övmek, PKK bayrağı taşımak suç değil. Madde hâlâ öyle duruyor. Bu durum içeride bir düşmanlaşmaya yol açıyor. TTB devasa bir örgüt ve yurtseverlikleri konusunda da olumlu bir geçmişleri var. TTB’nin 12 Eylül’de, kriz zamanlarında yaptığı açıklamalara bakın, her zaman konumunu korumuştur.
– Ümit Kocasakal, “Ergenekon’da hasta insanlar hapse atılırken, şeker hastaları can çekişirken TTB bir açıklama yapmıyordu” diyor.
Bu eleştirilebilir bir şeydir. Ama suç başka bir şey. Yapılmayan bir şey için suçlama olmaz. Anayasa’nın bir de düşünceyi ifade etme hürriyeti var, onu nereye koyacağız? Bu bakış açısını bize dikte eden iktidar, çok sık fikir değiştiriyor. İyi ki herkes onların arkasından gitmiyor. İyi ki dünyada aydınlar, gazeteciler, doktorlar iktidarların peşinde sıraya dizilmiyor. Onun için insanlık bu halde. Yoksa Ortaçağ’ın bir adım ilerisine gidemezdik.