15 Temmuz darbe girişimine giden süreçte birçok yapıyı içeriden “işgal eden” Fethullahçılar, durumun en somut örneği olsa da günümüzde halen “bazı bakanlıkların ya da kamu kurumlarının farklı cemaatlar arasında yapılaşma merkezi olarak kullanıldığı” iddiaları gündemde yer tutuyor.
Özellikle 90’lardan itibaren holdingleşen ve ticaret ilişkilerini büyüten bu yapılar, halihazırda medyadan yemek sektörüne, giyimden sanayiye ve dükkânlara kadar çok sayıda ticari işletme sahibi konumunda. Kendi gazeteleri, televizyonları ve hatta giyim markaları olan yapılar, artık “dini yapı”dan çok “ticari yapı” olarak görülüyor.
(FETÖ’nün kapatılan finans kuruluşu Bank Asya, 24 Ekim 1996 tarihinde FETÖ elebaşı Fethullah Gülen, dönemin Başbakanı Tansu Çiller, dönemin Devlet Bakanı Abdullah Gül ve dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla açılmıştı.)
Tarikat ve cemaatlerin siyasi ve ticari ilişkileri üzerine incelemeleri olan gazeteci ve yazar Faik Bulut ise tarikatların ticarileşmesinin sadece günümüzün meselesi olmadığını, tarihi ve sosyoekonomik arka planı bulunduğuna işaret ediyor.
Bu yapıların ticarileşmesinin, Suudi Arap yarımadasının sosyokültürel ve jeopolitik tarihinden bağımsız olmadığını söyleyen Bulut, “Bilhassa Hicaz bölgesinin başlıca geçim kaynağı ve meşguliyeti ticaretti. Peygamberlikten önce henüz 25 yaşındayken Mekke ile Şam arasında ticari kervancılık yapan Hz. Muhammed, sonradan eşi olan Hatice’nin ticari mallarını Hubaşe Pazarı’na götürüp satardı. Bir rivayete göre, kendisine peygamberlik verildikten sonra, yılın belli dönemlerinde kurulan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz isimli ticari panayırlara giden Hz. Muhammed, bu pazar yerlerini ‘İslam dinini tebliğ etmek için bir vesile’ olarak görmüştür” dedi. Bulut, “Kazancın onda dokuzu ticarettedir” gibi hadislere de işaret ederek, “Tarikatların ticarileşmesi, günümüzün meselesi değil. Tarihi ve sosyoekonomik arka planı var” ifadelerini kullandı.
(Recep Tayyip Erdoğan, İskenderpaşa cemaatinin lideri Esat Coşan ile birlikte.)
Tarikatçılığı, “yalınlık, eşitlik, kanaatkârlık ve serbestlikten uzaklaşan yönetim ile egemen tabakaların zulmüne karşı itirazdan hareketle takva, inziva ve çilekeşlik alternatifine sarılmanın başlangıcı” olarak nitelendiren Bulut, bu yapıların özellikle ortaya çıktıkları ilk devirde, “devleti temsil eden sultanların, hükümdarların ve padişahların akçeli İslam anlayışına karşı olduklarını” aktardı. Bulut, “Olayın gözden kaçan bir yanı da; tarikatlar, inançsal mekânlarına, tekke, zaviye ve dergâhlarına genelde en alttaki kesimleri, itilmiş kakılmışları, kimsesizleri, yoksulları ve açları çekip sahiplik yapabiliyorlardı. Durum bugün de böyle” diye konuştu.
(Cumhuriyet, 13 Ocak 1997’de dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ın tarikatçılara Başbakanlık’ta yemek vermesini böyle haberleştirmişti.)
Bulut, “Tarikatların özellikle Sünni kesimine ait olanlarının, her dönemin iktidarına yanaşarak kendini var etme ve toplum nezdinde kabul görüp, yaygınlaşma yöntemini benimsediğini” aktaran Bulut, bu yapıların “bütçeden yardım, vakıf arazilerinin tahsisi, tarikat şeyhine zekât toplama yetkisinin verilmesi gibi egemen gücün sağladığı olanaklar sayesinde ayakta kaldığını ve günümüze kadar ulaştığını” söyledi.
Bulut, 677 sayılı tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin yasaya işaret ederek, “Onlar da devlete küserek yer altına çekildi. Deyim yerindeyse laikliği kural haline getiren Cumhuriyet yönetimine karşı illegal bir faaliyete girdiler. 1950’li yıllara kadar süren bu illegal dönemde tarikatlar, dayanışma fonlarıyla ayakta durmaya, müritlerin verdikleri zekât ve benzeri yardımlarla varlıklarını idame ettirmeye çalıştı. Demokrat Parti ve onu izleyen sağ muhafazakâr, milliyetçi-mukaddesatçı siyaset erbabının yardımıyla yeniden devlete yaklaşıp, onun açık-gizli yardımlarıyla nemalanan tarikat ve cemaatlerin değişik iktidarlarla ilişkisinin 1950’lerden günümüze kadar olan genel çerçevesi budur” ifadelerini kullandı.
70 yılı bulan bu siyaset-tarikat ilişkisi sayesinde bu yapıların “ahbap çavuş kapitalizminin nimetlerinden yararlandığını” vurgulayan gazeteci ve yazar Faik Bulut, “Bu, daha çok devletin verdiği krediler ve o dönemin devasa yerli sermaye şirketlerinin yerel acenteliğini yapma şeklinde tezahür etti. Ardından dünya sermaye merkezlerine yanaşan tarikatlar, henüz komprador sermaye konumunda değillerdi. Bir anlamda yabancı sermayenin Müslüman mahallesindeki işportacıları gibiydiler. O zamana kadar orta tabaka, ekonomik deyimle KOBİ, bilhassa ANAP ile AKP dönemlerinde sağlanan ekonomik olanaklarla hamle üzerine hamle tazeleyerek Türkiye’nin en büyük sermaye örgütü olan TÜSİAD ile boy ölçüşecek seviyeye geldiler” diye konuştu.
(Erdoğan, 2014’teki seçim öncesi ziyaretleri kapsamında İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nu evinde ziyaret etmişti)
“Bir dönemin mücahidi sayılan dava sahibi müminlerin, müteahhit zihniyetiyle hareket edebildiğini” söyleyen, AKP kurucularından eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “Bizim dindar insanlarımızın bile tamamen tersine döneceğini bir gün göreceksiniz. Çünkü onlar dini böyle hamaset kokulu konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar. Eğer onda bir eksilme görüyorsa din, iman, vatan, millet, bunlar bir kenarda durur, onlara saygısını eksik etmez ama değer yargıları tamamen değişebilir” sözlerini anımsatan Bulut, şunları kaydetti:
“İslami holdinglerin ticaretle işe koyulmak suretiyle dönemin iktidarlarıyla siyasi ilişki kurduğunu söylemek, tek boyutlu bir bakış açısıdır. Aslında Türkiye’deki gelişim seyrine baktığımızda ideolojik-siyasi ilişkinin açıkça veya kapalı tarzda öncelik kazandığı görülecektir. İktidar-cemaat ilişkileri belli bir kurala ve eksene oturtulmadığı için AKP iktidarının kendi taraftarlarına ve dindar kesimler lehine gerçekleştirdiği siyasi, ekonomik ve sosyal düzenlemeler, eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in birkaç gün önce işaret ettiği üzere ‘kayıt dışı cemaatler, kayıt dışı sermaye, kayıt dışı siyasi ilişkilerin’ zeminini hazırlamış oldu.”
Haber:Cumhuriyet