KONDA’nın araştırmasına göre Türkiye ’de ateistlerin nüfusa oranı 2010’da yüzde 2.3’tü. Bu oran 2011’de 2.1’e düştü. Bu yıldan sonra ateistlerin oranı yukarı doğru ivme kazandı. 2012 ve 2013’te yüzde 2.2, 2014’te yüzde 2.5, 2015’te yüzde 2.9 oranında ateist vardı. Hürriyet Pazar’dan Gökçe Aytulu, konuyu farklı isimlerle masaya yatırdı. Aytulu’nun yazısı şöyle: Kadıköy’de bir iş hanı… Elektronik eşya, müzik malzemeleri, CD satan esnafın arasında alakasız bir dükkân. Camında ‘Ateizm Derneği’ yazıyor. Bir masa, dört-beş sandalyeden ibaret dernek lokalinde, iş hanının genel havasına tezat, farklı bir mücadelenin içindeler. Müslüman mahallesinde salyangoz satmasalar da esnafın ortasında oldukça göze batıyorlar. Ancak bu tezatlık içinde dışarıdan gelecek tepkilere karşı ‘esnaf kültürünün’ koruması altında oldukları da düşünülebilir. Ateizm Derneği’nden Şaner Atik, mücadelelerini anlattı. Türkiye’de son dönemde ateizme yönelik bir ilgi artışı var mı? Pek çok Müslüman arkadaşımız ya ateist oldu ya deist oldu ya agnostik oldu. Bu son dönemde gözlemlediğimiz bir şey. Ateizmi nasıl tanımlamak gerek? Dine karşı mı yoksa tanrıya karşı mı? Aslında ateizmin dinlerle pek fazla işi olmaz. Tanrıyı reddeder. Ama siz varsayım olarak tanrının var olduğunu düşünüyorsunuz. Her şeyin nedenini bu varsayıma bağlar. Ateizm ise böyle bir varsayımı reddeder. Ya “Yoktur” ya da “Henüz bilmiyoruz” der. Derneğinizin amacı ne? Derneğin kurulmasında en büyük etken toplumda ateizmin bilinmemesi. Biz insanları sorgulamaya yönlendiriyoruz. Kafalarında sorular yaratmaya çalışıyoruz. Hali hazırda Türkiye’deki eğitim sistemiyle insanların sorgulama yeteneği tamamen kitleniyor. Özellikle dinden nemalananlar bunun için bizi sevmiyor. Çünkü çıkarlarını etkiliyoruz. İslamcılar açısından ‘mürted’iz ve şeriatta bunun karşılığı ölüm. Bunun için yerleşik bir düşmanlık var bize karşı. Ateist olduğunuzu söylediğinizde nasıl tepkiler alıyorsunuz? Karşınızdaki bir garip oluyor. Biz bir şey söylediğimizde ‘hakaret’ kabul ediliyor. Hâlbuki laik bir devlet de isteyen istediğine inanır. Ama bir yazar yaygın bir gazetede açıkça “Ateiste kötü davranmak Müslüman’ın borcudur” diye yazabiliyor. Bizim kimsenin inancıyla bir problemimiz yok. Dinlere düşman değiliz. Bilgilendirme yapmaya çalışıyoruz. Ateizm, kişinin kendi inançsızlığını yaşama hürriyetiyle mi ilgilenir yoksa dinlerin ‘Tanrı’ algısını yalanlamaya çalışmakla mı? Aslında dinlerin hepsinde ‘tebcil’, zorlama vardır. Her din “Şuna inanacaksın” diyerek bir zorlama yaratır. Bu da ateistleri zorunlu olarak bir mücadeleye itiyor. Bana karışılmasa sorun değil ama zorunluluklar girince birtakım şeyleri de ortaya koymak gerekiyor. Yoksa biz deli miyiz ki, burada kelle koltukta dernek açıyoruz. Sizce ortak alanda inananlarla inanmayanlar nasıl yaşamalı? Burada özgürlükler devreye girer. Yaşam hakkı özgürlüktür. Benim yüksek sesle müzik dinlemem özgürlüktür ama komşumun bundan rahatsız olup da ‘sesini kıs’ demesi de bir özgürlüktür. Birinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerininkinin sona erer. Bu şekilde bakmak gerek. ATEİSTLER AÇIKLIYOR
Sinan Baç, 25 (IT VE OTOMASYON UZMANI): 16 yaşımda kendimi ateist olarak tanımlıyordum. Kutsal kitabı okudukça mantığıma aykırı şeyler olduğunu fark ettim. Yakınlarım çok üzüldüler. ‘Cehennemde yanacak olmam’ üzücü bir durumdu onlar için. Sürekli benim için dua ettiklerini söylediler.
Yasemin A. 40 (Yönetici): Kuran ayetlerini yıllarca inceledim. 114 Derneği’ni kurup bir grup arkadaşla Eyüp Sultan’da hadislerin tümden reddiyesi ve sadece Kuran’a göre din şekillendirilmesi için protestolar yaptık. En sonunda Kuran’ın bir panteizm felsefe kitabı olduğunu gördüm. Teizmden çıktım. Özcan Pali, 37: Deistim. Alevi bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm ama kendimi hiç alevi hissetmemişimdir. 18 yaşımda Yehova’nın Şahitleri’yle tanıştım. Hıristiyan oldum. Kutsal Kitabı derinlemesine inceledikçe imanımı yitirdim. Artık imanla değil, akıl, mantık ve sağduyuyla hareket ediyordum.
DOĞAL OLARAK MÜSLÜMAN ATEİSTİM Birikim dergisinin Ateizm özel sayısında, Müslüman bir toplumda inançsız olmayı ilginç örneklerle anlatan yazar Şükrü Argın’la ateizm ve kültürel kodlarını konuştuk. Bir ateist kendini daha çok ‘tanrısız’ olarak mı, ‘dinsiz’ olarak mı görür? Ateizm tercihi Tanrı’ya karşı mı yoksa dine karşı mı oluşur? -Ateizm bilindiği gibi sözcük olarak ‘tanrı-tanımazlık’ anlamına gelir. Fakat doğal olarak dinlerin reddini de içerir. Ben şahsen tutarlı bir ateist konumun kendisini ‘tanrı-tanımaz’ olarak değil de esasen ‘din-tanımaz’ olarak tanımlaması gerektiğini düşünüyorum. Ateizm, dinlerin ve onların Tanrı fikrinin reddidir çünkü. Deizmden farkı, bu fikrin karşısına başka, daha makul ve makbul bir Tanrı fikriyle çıkmak gibi bir dert, niyet taşımamasıdır. Ateizm Tanrı’ya karşı çıkmaz. Zira bir şeye karşı çıkmak, onunla şu ya da bu yer ve zamanda bir şekilde karşılaşmayı gerektirir ki, Tanrı söz konusu olduğunda böyle bir ihtimal sıfırdır. En azından ateizmin fikri, hatta diyebilirsiniz ki inancı budur. Ateizm, kültürel kodlarla ne kadar ilintilidir? Bir Müslüman ateistten ya da Hıristiyan ateistten söz edilebilir mi? -Eğer benim anladığım şekilde esasen Tanrı fikrinin reddi ise, doğal olarak kültürel kodlarla doğrudan ilgilidir. Tanımadığınız Tanrı’nın gayet tanıdık bir sureti vardır kafanızda. Uç bir örnek vereyim: Örneğin ben bazen bazı inançlı Müslümanların “Biz de Tanrı’ya inanmıyoruz, Allah’a inanıyoruz,” dediklerine şahit oluyorum ki, kültürel kodların ne kadar önemli olduğunu gösteren bir durum bu. Doğal olarak ateizm için de aynı şey geçerli. Müslüman kültürel çevre içinde yaşayan bir ateist, doğal olarak Müslüman bir ateisttir. Bu iki anlamda böyledir. Birincisi, onun karşı çıktığı Tanrı fikri ve sureti esasen müslüman kültürü içinde şekillenmiş ve aktif hale gelmiştir. İkincisi, kimliğinin hamuru ister istemez içinde yaşadığı bu kültürel çevrenin ellerinde yoğrulmuştur. Bir arkadaşım, dini inancı sorulduğunda, ironik bir biçimde, “Elhamdülillah ateistim(!)” yanıtını verir. ‘Ahlak’ kavramı bir ateist için ne anlam ifade eder? -Ahlak ile din arasında karşılıklı ve hatta zorunlu ilişki kurulan bir kültürel çevrede yaşıyoruz. Başka bir deyişle, bizdeki genel kanaat, dinsizliğin ahlaksızlıkla aynı şey olduğu yönünde. Dolayısıyla, bizde ateist için ahlakın bir anlam ifade etmeyeceği peşinen varsayılır. Ancak bu kanaat düzeyinde böyledir. Zira gerçekte hepimiz inancın ya da inançsızlığın ahlakla doğrudan ilişkili olmadığını gayet iyi biliriz. Hepimiz etrafımızda -daha doğrusu içimizde- ahlaklı dindar ve ateistler kadar, hatta ne yazık ki çok daha fazla, ahlaksız dindar ve ateistlerin varlığına şahit olmuşuzdur. Bu sanırım kimsenin itiraz edemeyeceği bir olgu. Dindar olmak için ahlaklı olmak şarttır, ancak ahlaklı olmak için dindar olmak şart değil. Hatta burada şunu söylemeye bile cüret edebilirim: Hakiki bir dindarın Tanrı’ya inanma sebebi ile hakiki bir ateistin Tanrı’ya inanmama sebebi benzer bir ahlaki kaygı zemininde yeşerir. Zira ilki eğer Tanrı var olmazsa iyilik olmaz diye düşünür; diğeri eğer kötülük varsa Tanrı var olamaz diye düşünür. İnançlılar ve ateistlerin bir arada huzur içinde yaşayabileceği bir düzen nasıl mümkün olabilir? -Ben bu politik meselenin ancak ‘ladini’ bir zeminde, yani tam da inananlar ile inanmayanlar ‘arasında’ kalan seküler bir mekânda çözülebileceğini düşünüyorum. Diğer bir deyişle, başka birçok meselede olduğu gibi, burada da ‘birlikte yaşama’ sadece taraflara eşit uzaklıktaki ‘bir ara’da mümkün hale gelebilir. Tarafları birbirinden uzak tutan bir mesafe olarak değil, tersine birbirine yaklaştıran, birbiriyle buluşturan bir açıklık, ferah bir meydan… İhtiyacımız olan bu tür ‘bir ara’.
MATERYALİST BİR SÜREÇTEN GEÇİYORUZ Ali Bulaç/sosyolog, ilahiyatçı: Ben Türkiye’de ateizme dikkate değer bir yönelim olduğu kanaatinde değilim, bu yöndeki araştırmaları çok yönlü analiz etmek lazım. Ancak ateizme yönelimi kolaylaştıran materyalist bir süreçten geçtiğimizi söyleyebilirim. Söz konusu materyalizm felsefi arkaplandan yoksun fiili bir kültürel algıdır, yaşama biçimiyle beslenmektedir. Ateizmi besleyen küresel tüketim kültürü, bedene ilişkin haz ve hızın, şehvet ve iştihanın hayat uğraşılarının merkezine oturmasıdır. Türkiye de bu tüketim anaforunun içine girmiş bulunuyor, AK Parti iktidarı tüketimi, piyasa kapitalizmini dindarın hayat tarzı haline getirdi, dinin ve dindarlığın içini boşalttı. Sadece laikler materyalistleşmiyor, dindarlar-muhafazakârlar da hızla materyalistleşiyorlar. Bu materyalist süreç deizme, arkasından ateizme kapı aralayabilir. Arkasından gelecek olan nihilzmdir, buna Batı’da Habermas sekülerlik üzerinden dikkat çekiyor. Türkiye’de dindar iktidarların kötü pratikleri inadına atezime yol açabilir ama bu felsefi temeli olan, içselleştirilmiş ateizm değildir. Bu yüzden ben felsefi ateizmin değil, fiili materyalizmin büyük tehdit olduğunu düşünüyorum.
BAŞI DARA DÜŞTÜĞÜNDE HERKES ALLAH DER
Mustafa Kamalak/ Saadet Partisi Genel Başkanı: Kuranı Kerim’de bir ayette “Namaza yaklaşmayın” ifadesi geçer. Sadece burasını okursanız, namaz kılmamanız gerektiği anlamını çıkartırsınız. Halbuki önünde “Sarhoş iseniz” ibaresi vardır. Yani aslı “Sarhoş iseniz namaza yaklaşmayınız”dır. Bu aziz milletin sarhoş da ateisti de Müslüman’dır. Hz. Muhammed her çocuğun Müslüman olarak doğdunu söyler. Sonra anne-babasının durumuna göre Mecusi, Hıristiyan, ateist ya da başka bir inanca sahip olabilir. Peki bu insanda İslam nüvesi yok olur mu? Buna ilahiyatçılar cevap vermeli. Bizim milletimiz içinde en olumsuz görünen kişilerin bile ailesine bakıldığında birkaç şehit olduğunu görürürüz. Ben geçen sene “Ateistimiz de Müslümandır” dedikten sonra bir kısım ateiste sormuşlar onlar da “Elhamdülillah” demişler. Öyledir de, başı dara düştüğünde “Allah” der, yemeğini sağ elle yer. Ülkemizi yönetenlerin insanları inançlarına göre ayrıştırmaktan ziyade birleştirici olmaları gerek. Biz, insanlarımızı barıştırıcı, birleştirici bir üslu kullanmalıyız. Ateistlerimize de sarhoşlarımıza da serkeşlerimize de selam olsun!