Silivri Cezaevi’nde tutulan OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu bugün Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ”Saray’ın koltuğundaki kara kediler” başlıklı yazısında Rusya ile Türkiye’nin arasını bozan ve İdlib’de yaşananları gerçekleştirenlerin sarayda oturduğuna dikkat çekti. ”Peki, teslim olan? SETA’nın siyasi patronu Berat Albayrak’ın ve SETA’nın yaratıcılarından İbrahim Kalın’ın ‘ellerim bomboş’ pozundan söz etmiş miydim?” diye soran Terkoğlu SETA ve pelikancılar yüzünden öldürülen askerlerin acısının farkındalık yaratması gerektiğini söyledi.
Terkoğlu’nun yazısının tamamı şöyle:
Saray’ın koltuğundaki kara kediler
Asır ile yüzyıl aynı şey mi? Biliyorum, eşanlamlı kullanılıyor. Ancak asır bir niteliği; yüzyıl, adı üzerinde bir niceliği anlatıyor gibi. Tarihçi Eric Hobsbawn, 20. asrı 1914 ile başlatıyor ve 1990 ile sonlandırıyordu. “Kısa 20. yüzyıl” diyordu. Demek saatimizle ölçtüğümüz ile içeriğini doldurduğumuz zaman, farklı şeyler ifade ediyor.
İdlib ateşkesini tutuklandıktan bir gün sonra öğrendim. Meşhur fotoğrafta bizim heyetin ayakta dizilmesinden önce Berat Albayrak’ın ve İbrahim Kalın’ın ellerini önde kavuşturmuş hali dikkatimi çekti. Benim de hep bu pozu vermemi istiyorlardı. Ben ise bileğime kelepçe takılacağı an hariç buna izin vermiyordum. İronik ama hem Albayrak’ın hem Kalın’ın duruşu tesadüf mü?
Savaş, iradeyi teslim almaktır
“Uzun Şubat Harbi” diyebilir miyiz? Bu yıl 29 gün çeken şubatın başlangıcını geriye aldık, sonunu ise marta sarkıttık. “Uzun Şubat” kısmı böyle. Ya harp? Açık söylemesek de elbette Rusya ile savaştık. Yenildik mi? Bu, savaştan ne anladığımıza bağlı.
Savaş, insan öldürmek değildir. Elbette harpte insan ölür, yaralanır, yıkım olur. Ancak bundan ibaret olsaydı, biz tarihimizde daha çok öldüğümüz, daha çok yıkıldığımız savaşları kazanmış sayılmazdık.
Peki, öyleyse galibiyet nedir?
Kuşkusuz, savaşı kazanmak “karşı tarafın iradesini teslim almak”tan başka bir şey değildir. Bir taraf “eller yukarı” ya da “eller aşağı” yapıyorsa; bu, karşının iradesine teslim olduğunun işaretidir.
SETA’nın Şubat Doktrini
Erdoğan, 29 Ocak 2020’de Afrika’dan gelirken “Rusya, Astana ve Soçi’ye sadık değil” diyerek ilk adımı attı. 31 Ocak’ta ise İdlib’de Rusya-Suriye operasyonlarına “seyirci kalmayacaklarını” ve askeri güç kullanabileceklerini söyledi.
Böylece savaşın iki temel parçası, düşman ve güç ortaya çıkmış oldu. 1 Şubat’ta yeni politikanın sahipleri ya da akıl vericileri belirdi. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Politikalar Kurulu Üyesi Burhanettin Duran Sabah’ta daha da önemlisi SETA’nın yayın organı Kriter’de aynı vurguyu yapan iki makale yazdı. Rusya’nın ateşkesi ihlal ettiğini iddia ediyor, “Ankara ve Moskova’nın ayrışma içerisinde olduğunu” söylüyordu. “Ankara’nın sabrı taşıyor”, “yeni bir politika arayışı devre” diyerek meydan okuyan Duran, “askeri güç kullanımının seçenekler arasında” olduğunu anlatıyordu.
Peki, bu kadar mı?
Burhanettin Duran’ın Cumhurbaşkanlığı’ndaki görevini yanında SETA’nın beyinlerinden olduğu, iktidar içindeki Pelikan grubunun SETA’yla adının birlikte anıldığını söyleyip devam edelim. Duran, Rusya’ya karşı açılan cephede Türkiye’ye yeni bir eksen tarif ediyordu. Rusya ve Suriye’nin Avrupa demokrasilerini de tehdit ettiğini söyleyen Duran, ABD ve AB’nin Türkiye’nin yanında Rusya’ya karşı harekete geçme çağrısında bulunuyordu. En önemlisi, “Rusya’yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz, denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür” diyordu. Demek Rusya ile müttefikten çok, onun tahteravallideki dengeleyicisiydik.
Duran’dan sonra Pelikancılar-SETA’cılar aynı doktrini ete kemiğe büründürdü. Birkaç hafta önce ABD’nin Kasım Süleymani’yi vurmasına kadeh kaldırırken, bu kez Türkiye’yi Washington eksenine oturtacak açılımı savunuyorlardı.
Şubat Doktrini’nin sonu
Beklenen oldu. Türkiye, Suriye’de askeri varlığını hızla artırdı. Bu “uzun Şubat”ta ÖSO eliyle, TSK desteğiyle Erdoğan’ın gösterdiği SETA’cıların anlattığı işi yapmaya çalıştı: İdlib’de terör örgütleriyle savaşan Rusya-Suriye’yi durdurmak, ele geçirdiği topraklardan çekilmesini sağlamak.
Uzun Şubat’ta ilan edilmemiş bir savaştaydık. Önde ÖSO, ardında Türk askeri harp ediyordu. Karşımızda tartışmasız Rusya vardı. Harbin sonunda kaç ÖSO’cu öldü, bilmiyoruz. Ama resmi açıklamaya göre süreç Türkiye’nin 59 şehit vermesine neden oldu.
SETA’nın çizdiği politika bir fizik kuralına dayanıyordu. Momentum diyoruz. İki nesne birbiriyle çarpışıp ayrılıyor. İtme, çekme yaratıyor. Moskova ile çarpışan Türkiye, hesapta ABD-AB eksenine savrulacaktı. Öte yandan Rusya’yı tehdit sayan ABD-AB de bizimle İdlib’de buluşacaktı.
Üstelik bu eski bir Osmanlı politikasıydı. Biz Florance Nightingale adındaki hemşirenin adını taşıyan bir hastanemiz olmasını, 19. yüzyılda Rusya’ya karşı Avrupa’yı kendimize müttefik edebildiğimiz savaşa borçluyduk. Ama bu kez olmadı. Ne kimse İdlib’e asker gönderdi, ne hava savunma sistemleri geldi, ne de Rusya’ya karşı somut adım atıldı. Bu öyle garip bir politikaydı ki, öğrendiğime göre sudan bir bahaneyle Sputnik Türkiye’yi basanlar, Rusya’nın resmi temsilcisi olan yayını fiilen kapatacak adımı atmaya bile çalıştı. O da olmadı. SETA’nın politikası ameliyat masasında kaldı.
Saray’ın kara kedisi
İyi ki ateşkes oldu. İyi ki daha çok halk çocuğunu ölüme yollayacak politika sürdürülemedi. İyi ki cihatçıların yanına itilen Türkiye, İdlib’deki örgütlere cephe olmak durumunda kaldı. İyi ki Devlet Bahçeli silahını alıp “ayı avına” gitmek zorunda kalmadı.
Savaş olmamasına sevinilir. Şubat Harbi’nin bitmesinin uzun vadede kazananı İdlib’de olmamıza ikna olmayan Türk halkıdır. Peki, teslim olan? SETA’nın siyasi patronu Berat Albayrak’ın ve SETA’nın yaratıcılarından İbrahim Kalın’ın “ellerim bomboş” pozundan söz etmiş miydim?
Tutuklandıktan sonra ilk kez cumartesi gazetelere kavuştum. Hemen merakla savaş borusu çalan Burhanettin Duran şimdi ne yazmış diye baktım. “Ankara ve Moskova arasında ‘kopuş’ bekleyenlere bu fırsat verilmedi” diyordu. Önceki yazdıklarını unutmuş gibiydi. Aklının nerede kaldığını ve “krizin yeniden gelme ihtimaline karşı Batı beklentileriyle müzakere devam etmeli” ifadeleri özetliyordu.
Uzun Şubat Harbi’nde kaybettiğimiz halk çocuklarını yüreğimize gömdük. Anıları acılarımızı artırdığı kadar farkındalığımızı da artırsın. Böylece Rusya ile aramızı bozan “kara kedi”nin yavrularının Saray’ın koltuklarında oturduğunu görelim.