Cumhur başkanı Erdoğan’ın bunu onun yanına bırakmam dediği Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar bu günkü köşe yazısında dik duruşuna devam ederek,devlet memuru değil,gazeteciyiz dedi,
Can Dündar’ın o yazısı;Susurluk’ta da böyle olmuştu.
Bir araçtan dökülen sırlar, derin devletin tüm pisliğini ortaya serdiği gibi basını da ortadan ikiye ayırmıştı:
Devleti savunanlar ve mesleğini yapanlar…
MİT TIR’larındaki silahların Cumhuriyet’te yayımlanan görüntüleri de aynı etkiyi yaptı. Yine devletin gizli bir tezgâhı deşifre oldu ve yine medya ikiye ayrıldı:
Devlet memurları ve gazeteciler…
Pardon; bir üçüncü kategoriyi eklemeliyiz:
Tam siper olup görmeze yatanlar, ki en kalabalığı bunlar…
PENGUENİ ARATTILAR
Sonuncudan başlayalım:
Gezi’de de bir “penguen medyası” vardı; ama onlar bile bugünkü kadar üç maymunu oynamamıştı.
Son olayda, bir illegal silah sevkıyatını suçüstü yakalayan görüntüleri, anlı şanlı medya organları veremedi.
Ne zaman ki hakkımızda soruşturma açıldı, görüntülere yayın yasağı getirildi; medya haberi bu yasak üzerinden görebildi.
Hürriyet dışında da soruşturmanın içeriğini ve habere gelen tepkileri verebilen olmadı.
O gazetelerin okurları, televizyonların izleyicileri de izlemedikleri bir maçın yorumlarıyla baş başa kaldılar.
KAMU HİZMETİ
Bu vesileyle, çok temel bir mesleki ilkeyi hatırlatıp kendi pozisyonumuzu yeniden netleştirelim:
Biz sır saklamakla görevli devlet memurları değiliz; gazeteciyiz.
Gazetecilik bir kamu hizmetidir; ancak “kamu”dan anlaşılması gereken “devlet”değildir.
Gazeteci, bazen -hatta çoğu zaman- devlete rağmen kamunun çıkarını savunmakla mükelleftir.
Gazete, korkmadan, yılmadan, devletin hatalarını sergileyecek, kamu adına denetim görevi üstlenecektir.
Böyle olması hem devletin, hem halkın, hem medyanın çıkarınadır.