HDP’li Sırrı Süreyya Önder, 15 Temmuz’daki darbe girişimine ilişkin açıklamalarda bulundu. Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş’a konuşan Önder, “Türk ordusu bir NATO ordusudur. NATO da, bağlı orduların hiçbir sapmasını, enişte-kayınço ferasetine bırakmaz. Anbean haberdar olur. Yanisi şu: Bu girişim baştan sona bir NATO operasyonu. Ordu içindeki cemaat yapılanması, niteliği, sayısı, refleksleri, orduya yerleşmeleri, terfileri ve darbe girişimi tümüyle NATO’nun bilgisi ve çizdiği çerçeve içinde olmuştur. Aksi NATO’nun fıtratına aykırıdır. Cemaat de bu darbenin en önemli elverişli vasıtasıdır. Komuta kademesinin önemli bölümünün sorumluluğu, bilgisi, katkısı ya da bilinçli ihmali vardır” dedi.
“Bir sinemacı olarak burada “senaryo” görüyor musunuz?” sorusunu da yanıtlayan Önder, şöyle konuştu:
Rusya’nın ciddi bir ön enformasyon ve uyarısı var. Yani enişteden önce Rusya var. Bence darbe girişimi hükümetin bir senaryosu değildi ama bir karşılama senaryosu hazırlanmıştı. Bir ön tasfiyeye güçleri yetmediği için gelişmelere meyil vermiş olabilirler. Bugün darbeci gözükmeyen komuta kademesinin bir kısmıyla belli bir pazarlık yürütülmüş gibi. Genelkurmay Başkanı’nın helikopterine binen ve binmek isteyen darbecilerin pervasızlığına ve Genelkurmay Başkanı’nın uysal tutumuna baktığımızda bu senaryo hissediliyor. Bir de 15 Temmuz ve yeni darbenin servet transferleri boyutu var ve bundan bağımsız okumak mümkün değil.
– Gülen’in yayımladığı ilanda “geçmiş olsun” diye arayan siyasetçiler arasındaydınız. Siz de mi kandırıldınız?
Böyle söylemekten hayâ ederim. Ben cemaatin önemli isimleriyle birçok görüşme yaptım. Tamamı eşbaşkanımızın ve ilgili arkadaşlarımın bilgisiyle ve müzakere süreciyle bağlantılıydı. Onları bize muhatap kılan da hükümetin acziyetiydi.
– Nasıl görüşmelerdi bunlar?
İlk İmralı görüşmesinde PKK’nin elindeki rehin askerlerin bırakılması ve eşzamanlı olarak hasta kck tutuklularının salıverilmesi gerekiyordu. Askerler bırakıldı ama hasta tutuklarla ilgili cemaat engeli yargıda, kollukta, Adli Tıp’ta bir türlü aşılamıyordu. “Falanca cemaatçi daire başkanı engel oluyor, değiştireceğiz” deniliyordu. Değiştiriliyordu da yerine getirilen de cemaatçi çıkıyordu. Önemli bir bakan “Yorulmuşları gidiyor, dinlenmişleri geliyor” demişti. Bu koşullar altında ülkedeki bütün güç odaklarıyla önemli bir diplomasi yürüttük. Cemaat de bunlardan biriydi. Bu diplomasiden kısmen sonuç da aldık ama sürece takoz koyma tutumlarını hiç bırakmadılar. O “geçmiş olsun” ilanı da bu süreçte gelişmiş beşeri münasebetlerin sonucu.
– Cemaatten kimlerle, neleri görüştünüz?
Medyadaki ve sivil toplumdaki temsilcileriyle görüştük. Genellikle cemaatçi valilerin, kaymakamların, polislerin, savcıların çözüm sürecindeki olumsuz tutumlarına, sekte vurma çabalarına ilişkin konular bizim tarafımızdan gündemleştiriliyordu. Bir de tv’lerinde nefret söylemi yayan dizilerin kabul edilemezliğini dile getirdik. Onlar da özellikle bölgedeki dershanelerine yönelik engellemelerden yakınıyorlardı. Hiçbir somut netice elde edemedik.
– Hükümet dışında cemaatle de “paralel görüşmeler” oldu diyebilir miyiz yani?
Sürece toplamında baktığımızda çok tali görüşmelerdi bunlar diyebiliriz. Muhatabımız öncelikli olarak hükümetti tabii ki. Bir tek faydası oldu, kullandıkları sorunlu dil bir parça düzeldi.
– FETÖ ile Kürt hareketi arasındaki ittifak iddiasına ne dersiniz?
Saçmalık boyutunda bir psikolojik savaş argümanı. Tüm bu yaşananlar siyasal İslamın iç savaşı. Bunu söylemek ümmeti bölecek bir muhteva taşıdığından işe Kürtleri katıyorlar. İşe de yarıyor maalesef. ‘Haydi Kürt’e vuralım’ denince sarayda hizalanmayan kim kaldı?