Son zamanlarda cinayetler,orman yağmaları,mahkeme kararlarını bile hiçe sayan anlayışla ülke gündemine giren maden şirketlerinin nasıl emperyal bir güç olduğunu ortaya koymak için yapmış olduğumuz çalışmada ilginç bilgilere ulaştık.
Bu öylesine büyük bir güç ki,siyasetçi satın almaktan,iktidar değiştirmeye kadar her güce sahip,Soma Faciasında raporları görmeyip,faciaya bakmaya gelen bakanlar ne demişti;ne zaman madenlerle ilgili bir durum olsa devreye giren çok oluyor,kimse de bu devreye girenler kim diye sormaya cesaret edemedi.
Maden Mühendisleri Odasının konuyla ilgili tespitleri ise şöyle;
Türkiye’de faaliyet gösteren, Eurogold (Normandy), Cominco, Tuprag, Anglo Tur şirketlerinin uluslar arası ortaklıklarını incelediğimizde, karmaşık ilişkiler yumağına tanık oluyoruz. Bu ilişkileri ayrıntılı olarak sergileyen bir çok çalışma yayınlandı.Biz bunları bu yazıyla kolay anlaşılabilmesi için olabildiğince sadeleştirmeye çalıştık. Bu gün siyanürcü çeteler bu ilişkilerin hiç bilinmediğini var sayarak hala yalanlarını tekrar tekrar gündeme getirmektedirler.
Bir uyarı yapmak gerekiyor. Siyanürcü şirketlerin en önemli özelliği, sürekli isim değiştirmeleri, sürekli yeni küçük şirketler kurmalarıdır. Bunun nedeni gerçekten doğa ve insanlık düşmanı bir faaliyetin takibinden kaçmak ve yeni yatırımlarda kirli ilişkilerini gizlemektir.
Öncelikle, bu kirli ilişkileri yeniden gündeme getirmeye neden gerek duyduğumuzu açıklamak istiyoruz.
30 Haziran tarihli Milliyet Gazetesinde Fikret Bila, yazısında, DSP milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek’ in hazırladığı ve Başbakan Ecevit’e sunulan rapora dayanılarak, Türkiye’nin ekonomik krizden kurtuluşunun ülkemizdeki altın madenlerinin işletilmesinden geçtiğini ifade eder. Bu yazıda yine aynı rapora dayanılarak şunlar söylenmektedir; “Siyanürle altın üretimine karşı geliştirilen, insan sağlığı ve çevre temizliği ekseninde yürütülen bu kampanyanın Alman Fiyan Vakfı tarafından desteklendiği saptaması var. Türkiye’nin altın üretimine karşı kampanyaları Alman kuruluşların desteklemesinin nedeni olarak Almanya’nın her yıl Türkiye’ye 800 milyon dolar tutarında altın ihraç etmesi gösteriliyor. Dünyada ikinci sırada ziynet eşyası üreticisi konumundaki Türkiye’nin kuyumculuk sektörünün bütünüyle ithal altına dayandığına dikkat çekiliyor.”
Bu iddialar, bir çok görsel ve yazılı basında defalarca dile getirildi.
Bu yazı ile siyanürcü şirketlerin, yeni bir kampanyaya başlarken yararlandıkları iki önemli aracı nasıl kullandıklarını bir kez daha açığa çıkarmak ve niyetlerini tekrar teşhir etmek istedik.
Bunlardan birincisi, toplumun, toplumsal-siyasal hafızasının zayıf olması, ikincisi de, bundan yararlanarak, medya desteğiyle yalan bombardımanı ve iftiralarını yoğunlaştırmak olmuştur. “Etkin medya kuruluşları” ve “etkin bilim adamları” ve “basın mensupları” bunun için hep yedeklenmiştir. Bu sefer bu aktörlere iki milletvekili, TÜBİTAK (A.Ş) eklenmiştir.İlginç bir çakışmada, bu propagandalar hep bir hukuki yenilginin arifesinde başlar ve yenilginin kesinleşmesiyle daha da artar. Söz konusu bilumum “etkin” aktörler, yaşanan ekonomik krizden de yararlanarak, bu sefer işi bitireceklerini düşünmekteler.
Yaklaşık 11 yıldır sürdürülen mücadele, bir cepheyi güzelleştirip, onurlandırırken, siyanürcü cepheyi ve onun “etkin” aktörlerini “çürüyen diş, dökülen et” misali hayatın çöplüğüne fırlatıp atmıştır. Bu çöplükte, birçok yazıp-çizen, “bilim adamları”, “gazeteciler” bulmak mümkün. Şu anda hiçbiri hatırlanmıyor, mücadele yeni aktörleri de bu çöplüğe atacaktır.
Ama birde hayır diyebilmenin erdemini taşıyanları düşünün, aklınıza bir çok güzel insan gelecektir, bundan eminiz.
Yeni dalga saldırı çok daha arsızca yapılmakta. Kriz tehdidi en önemli silah olarak kullanılmakta. Bugün ülkemiz ve dünya, “Bir Avuç Dolar Uğruna” satılmadık hiç bir şey bırakılmayacağı bir düşkünlük içine sürüklenmektedir. Bu arsızlık ve daha da saldırgan oluşun arkasında siyanür liç(inadına siyanürlü altın diye okuyun) yönteminin, köhnemiş, insan ve çevre sağlığına zararları yaşanan binlerce felaketlerle kanıtlanmış olması yatmaktadır. Bu haklılık, hem bilimsel, hem hukuksal olarak, toplumsal karşı duruşun sağlam bilinciyle perçinlenmiştir. Bu şirketler mahkum edilmiştir.
Yöntemin yararı-zararı tartışması artık aşılmıştır. Tartışmayı, ulusötesi altın tekellerinin bitmeyecek saldırılarına karşı hazırlıklı olmak ve mücadeleyi sürekli kılacak, doğru bilgilenmeyi aralıksız sürdürecek örgütlülüğün yaratılmasına yarar sağlayacak zeminlerde yapmak gereklidir.
Yeni saldırının zavallı aktörlerinin, “dış mihrak” diye belirtilen “Fiyan” bağlantısına değinmek gerekiyor öncelikle.
Örgütün ismi Fiyan değil, FIAN’ dır. FIAN vakıf değil, Asya, Avrupa, L.Amerika ve ABD’ de şubeleri olan bir dernektir. Almanya bu derneğin merkezi değil şubesidir. Dernek merkezi bir yapıya da sahip değildir. Orijinal ismi,FoodFirst İnformations Aktions Netswerk’ dür.
İsminden de anlaşılacağı gibi, beslenme hakkının öncelikli ve temel insan hakkı olduğu, beslenme kaynaklarına yönelik tehditlere karşı dünya çapında bir mücadelenin verilmesi gerektiği, bu örgütün varlık nedeni ve anlayışıdır. Hiçbir devletin ve organizasyonun uzantısı değildir. Etkinliklerini yerel ilişkileri üzerinden yürütmekte, parasal bir ilişki söz konusu olmamaktadır.
FIAN, çalışmalarını son yıllarda, altın madenciliğine karşı mücadelede yoğunlaştırmıştır. 40’ yakın ülkede bu bağlamda, sosyal-kültürel etkinlikler düzenleyerek, düzenli yayınlar-raporlar yayınlayarak, basın açıklamaları yaparak bilgilendirme-deneyim aktarma işlevini yerine getirmektedir.
Evet, FIAN uluslar arası bir ilişkidir. Bu ilişkilerin kimya madenciliğine karşı çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü saldırı, ulusötesi altın şirketlerince tüm dünyada eşanlı yapılmaktadır. Bu yüzden, ülkemizde 11 yıldır sürdürülen kimya madenciliğine karşı mücadeleyi, enternasyonal bir örgütlülük ve etkinlik düzlemine taşımak, zaferin olmazsa olmaz koşuludur. Bu yüzden bu ilişki, saklanılan bir ilişki değil, meşru bir ilişkidir.
Ancak Türkiye’ de rastlanacak türden bir zavallılığa da değinmeden geçemeyeceğiz.. Cyanide leach(Siyanürle liç) yönteminde kullanılan suyun arıtma sonrasında, basının önünde maden çalışanları tarafından içilmesi, yine bu suyun bulunduğu atık havuzunda yüzülmesi gerçekten acınacak bir zavallılıktır. Bizler daha önceleri de, radyasyonlu çay içen, astpesti eline yüzüne süren bakanları da gördük. Yine Başbakana verilen raporu hazırlayan milletvekilleri bu havuzda, yüzebileceklerini söylemişler. Siyanürcü şirketler, güven oluşturmak için daha önceleri, üzerinde ördeklerin yüzdüğü atık havuzlarının fotoğraflarını göstermişlerdi. Daha sonra, ördeklerin sudaki siyanür miktarını tespit için kullanıldıkları ortaya çıktı. Sanırım, bundan sonra ördek yerine, milletvekilleri kullanarak, bütün dünyada güven sağlamaya çalışacaklar. Ama, bu gösterinin bir illüzyon olduğunu da(ilizyonistlere taş çıkartan bir gösteri), kısa bir alıntıyla anlatmak gerekiyor.
Prf. İsmail Duman şunları söylüyor: “Şimdi bana bir bardak siyanürlü suyu verin, ben bunu arıtıp içme suyu haline hemen getirebilirim. Su arıtılabilir. Ama siyanürlü çamuru getirirseniz, böyle bir şey yapılamaz. Yok böyle bir şey. Bergamalı köylü, arıtma tesisine “avutma tesisi” boşuna demiyor”
Fikret Bila, yazısında ekonomik boyutla ilgili şunları söylüyor:
“Başbakan Ecevit’e sunulan bilimsel raporlara göre Türkiye, altın rezervini bir ekonomik kurtuluş projesi olarak değerlendirebilir. Yapılan hesaplara göre Türkiye’nin altın rezervinin asgari değeri 400 milyar dolar. Türkiye işletmeye geçtiği taktirde yılda 15 milyar dolar ihraç geliri elde edebilir. Bu rakam daha yükselebilir. Ayrıca dünyanın ziynet üretimi ve ihracında ikinci sırada bulunan Türkiye, altın ithalatına ödediği kaynağı da tasarruf edebilir.”
Bir başka illüzyonda altın hesabında yatıyor. Buna çok kısa bir yanıt yetecektir: 1983 yılında çıkarılan, Türkiye madenlerinin yabancı sermaye tarafından işletilmesine olanak tanıyan Maden Yasasının 15. maddesine göre yatırımcı elde ettiği safi karın(tüm giderler düştükten sonra) %10’ unu vergi, fon, vs olarak T.C Devletine verecektir denilmektedir. Bu gelir de, Endüstri Bölgeleri yasası, MAI gibi yatırım anlaşmaları ile de kaybolacaktır. Ayrıca bir başka yalan ise, madenden çıkan ve Dore altın olarak adlandırılan, ayar derecesi 1-3-9 ayarı geçmeyen madenin değerinin, 22-24 ayar altın değerine denk olarak hesaplanmasıdır. Dore altın içinde, önemli endüstriyel metaller olan; gümüş, selenyum, rodyum, platin, osmiyum, rubenyum bulunmaktadır. Dore altın, şu anda, İngiltere, Almanya ve Belçika’ da bulunan altın rafinerilerinde ayrıştırılarak, hem bu metaller saf olarak elde edilir, hem de altının ayarı 22-24 ayara çıkarılır. Şirketlerin ne kadar altın çıkardığını dünyanın altın çıkarılan hiçbir ülkesinde denetleyebilmek mümkün olmamıştır. Ayrıca belirtilen rezerv değerleri şirketin beyanıdır.
Altın rafinerilerinin sahibi, Metallgeselschaft(MG), ve Degussa isimli Alman ortaklığınındır. Bu ortaklık Türkiye’ de altın rafinerisi kurmak için Erbakan hükümeti döneminde yatırım yaptı. Alman parmağı arayanlar, bu Alman gövdesini nedense görmüyorlar. Bu kirli ilişkileri daha ayrıntılı olarak aşağıda anlatacağız.
Birde şu rezerv yalanına değinelim.Altının yer tabakasında dağılımı 0.0048 gr/ton dur. Yani dünyanın her tarafında her toprakta iyi kötü altın vardır. Yüzlerce yıldır altın aranan dünyamızda, özellikle güney yarım kürede, yüzeye yakı ya da yüzey bulunan altın oranı yüksek cevherler tükenmiştir. Öyleki örneğin G.Afrika’ da altın çıkarmak için 3500 metre derinliklere inilmektedir. Sıra şimdi Kuzey Yarım küreye geldi. Rezerv oaranı ölçütü nedense birden bire değişti. Artık tonda 1-1,5 gr altın tespit edildi mi bu altın cevheri olarak tanımlanır. Nitekim Eurogold Bergama’da tonda 3-6 gr altın başlayıp, itirazlara bağlı olarak bunu 30 grama kadar çıkarttı. MTA verilerine göre yoğunluk 6-9 gr/ton dur.
Ama Altıncı şirketlerin Türkiye’ ye saldırmalarının asıl amacı altının üretim maliyetidir. Örneğin güney yarım kürede altın en az 1400-1500 metre derinlikte çıkarılabilinirken, Türkiye’ de bu derinlik 180-300 metre kadardır. Örneğin G. Afrika2da 1 ons altının üretim maliyeti 280 dolar iken, Türkiye’ de 120-130 dolardır. Bu yüzden yüzeye yakın altının bulunduğu bölgelerdeki maden, açık maden faaliyeti olarak tanımlanır. Yapılan işlemin gerçekte madencilikle hiçbir ilişkisi yoktur. Yapılan açık kimya fabrikası kurmaktır.
Ekonomik kurtuluş hesabını, bu yalancıları dinlemeyip, bu verileri dikkate alarak yeniden yapın isterseniz.
“Siyanürcü Ahtapot”(*)
Bergama Ovacıkta önce Eurogold daha sonra da Normandy ismini alan altın madeni işletmesinin ortaklıklarını inceleyerek, karmaşık ilişkilerle dolu bir yolculuğa başlayabiliriz artık.
Normandy(Eurogold) nin büyük ortağı, Avustralyalı şirket olarak görülen Normandy Poseidon dur. Diğer ortakları, Kanadalı Metal Mining ve Alman Metallgesellschaft(MG) dır.
Normandy Poseidon’un 100’ e yakın uluslar arası ortaklığı vardır. Bu ortaklık içinde, Fransız BRGM devlet şirketi, G. Afrikalı MİNARCO, AMP en büyük olanlarıdır. Tüm bu şirketlerin bağlı oluğu çatı şirket ise, Anglo American Corp.(AAC) dur. Bu şirketin sahibi de Alman asıllı G. Afrikalı Openheimer Ailesidir. Bu aile G.Afrika devletinin yönetiminde de ırkçı politikalarıyla etkin olmuşlardır. Ortaklıklar ve hisse satınalmalar ile bir çok şirket kurmakta veya ortak olmaktadır. Sonuçta bütün adresler AAC’ ye çıkmaktadır.
Ahtapotun Avrupa ayağında ise, karşımıza Alman sanayi devi Metallgesellschaft(MG) ve Fransız devlet şirketi olan BRGM vardır.
MG’ yi özellikle incelemek gerekiyor.Verilen mücadelede Alman parmağı arayanların, bir gövde olarak Almanya’nın görmezlikten gelinmesini sağlama telaşlarını daha iyi anlayabiliriz.
MG yatırımlarını Metal Mining Corp. isimli(daha sonra İNMET ismini alacak) şirketi aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren, Normandy, Cominco, Tuprag adlı şirketinde ortaklarındandır. Ayrıca Etibank ve GAMA ile Türkiye’ de bakır madeni işletmeciliği de yapmaktadır. 1994 yılında Fransız BRGM şirketi La Sourca (ismi daha sonra Mine OR olacak) adlı şirket aracılığıyla ortak olur.
MG’ nin ortakları arasında, Siemens gibi elektronik devi, Daimler Benz gibi(Creysler ile birleişti)otomotiv devi, bir çok madencilik şirketi, Arap şeyhlerine ait bankalar ve en önemlisi de Alman Dresner Bank vardır. Siyanürcü Ahtapot’ un bir başka kolu, bir İngiliz şirketi olan Rio Tinto Zinc(RTZ) dir. Endonezya’ da dünyanın en büyük altın madenini işleten ve bir amerikan şirketi olan Freeport Mc Moran’ın gerçek sahibidir. En güçlü şirketlerden biridir.
Altın madenciliğinde önemli bir işlem olan arıtma işleminin adı INCO-SO2(İnco Prosess) dir. Bu yöntemi INCO isimli bir kimya ve madencilik şirketi icat etmiştir. Dünyanın en büyük SO’ üreticisidir. İNCO 1921 yılında Amerika’da kurulmuş ve daha sonra Kanada’ ya taşınmıştır. Çevre felaketleri açısından sicili bozuk bir şirkettir. Son dönemlerde, ilaç ve gen teknolojisi üzerinde ciddi yatırımları vardır. INCO kirli çevre sicili yanında, İkinci Dünya Savaşında Naziler ve Japonların silahlanmasında önemli işlevler görmüş, G. Amerka’da da cuntalar örgütlemiştir. Bu şirket nikel, uranyum ve özel maden işletmeciliğinin yanı sıra altın madenciliği alanında da ortaklıklara girmiş kirli bir şirkettir.
Ahtapot’un Amerika ayağı, Papua yeni Gine’ de Ok Tedi çevre felaketiyle ortaya çıkıyor: AMACO.
1984 yılında şiddeti yağmurlar sonunda 2100 m yüksekliğindeki OK Tedi dağında, işletilen maden alanında büyük bir toprak kayması olur. Bu olay büyük bir çevre felaketine neden olur. Bu maden bir konsorsiyum tarafından işletilir. Bu konsorsiyumda, yine tanıdık şirketler karşımıza çıkıyor: Sicili kötü petrol ve maden şirketi Amaco(Standart Oil of Indiana‘nın bir koludur. Daha sonra BP Amaco oldu), AAC nin uzantısı olan Avustralyalı BHP, Yeni Gine Hükümeti, Alman MG, Degussa ve Dresner Bank . Bu şirketleri yan kuruluşları aracılığı ile, Türkiye’ de görüyoruz. Amaco, yıllarca Kıbrıs Lefke’ de bakır ve altın madeni işletip, 1974 yılında arkasında bir felaket bırakıp kaçan CMC(Cyprus Mines Corp.) şirketinin en son sığınağıdır.
Amerika’daki ikinci ayakta Amax’ tır. Amax, AAC ile çeşitli maden işletmelerinde ortaklık kuruyor ve Rockfeller tarafından şirketin %20’i satın alınarak güçleniyor.
Siyanürcü Ahtapotun en önemli kollarından birisi olan DEGUSSA’ yı özel olarak irdelemek gerekiyor.
Degussa bir Alman kimya ve madencilik devidir. Dünyanın en büyük Siyanür üreticisidir. En büyük Altın rafinericisidir. En büyük kimyasal ürün ve silah üreticisidir. Irak’ a kimyasal silah satmakla suçlanmıştır. Saddam’ ın kimyasal silahlarla gerçekleştirdiği Halepçe Katliamını kim unutabilir.
Müncher Rückversicherunsges, Henkel, Geselschaft für Chemiewerke, Dresner Bank gibi büyük Alman şirketleri tarafından kurulmuş, kimyasal maddeler ve altın konusunda en güçlü tekellerden biridir. Altınla öyle özdeştir ki, şirketin simgesi bir Aztek kralının altından yapılmış maskesidir. Ok Tedi altın madeninin hem ortağı hem de siyanür satan şirketidir. Degussa’ nın altına düşkünlüğünü, en güzel ifade eden olay ise, II. Dünya Savaşı sırasında öldürülen Yahudilerin altın dişlerini, altın ziynetlerini toplayıp tekrar satmasıdır. Hitler’in en önemli destekçisi olduğu da bilinir.
Degussa’ yı en büyük siyanürcü şirket AAC ile onun yan uzantısı olan Minarco aracılığıyla ortaklıkla, Türkiye’ de Normandy(Eurogold) ve İzmir Arapdağı’ nda açılmak istenen Anglo Tur maden işletmesinde ortak olarak görüyoruz. Daha sonra Türkiye’ deki tüm altıncı şirketlerde bu ortaklığa tanık olacağız..
Degussa dışında dünyanın diğer büyük siyanür üreticisi Du Pont’ dur. Bu şirkette kimya madenciliği alanında AAC ile ortaktır. Du Pont’ u Hindistan Bombay’ da gaz sızıntısında garı resmi rakamlara göre yüzbinlerce insanın öldüğü zehirli gaz sızıntısıyla hatırlıyoruz. Kaza yapan fabrika, Sabancı Ortaklığı ile Kocaeli’ne taşınmıştır.
AMP(Australian Mutual Providence): Avustralya kökenlidir ve sigorta temel uğraş alanıdır. Küçük paylarla, maden şirketleriyle ortaklıklar kurar. Ortakları arasında; Türkiye Normandy’nin de büyük ortağı olan Normandy Poseidon, BHP, Cominco bulunmaktadır. Bu şirketler AAC’ nin uzantılarıdır. AAC Türkiye’de ki altın madeni şirketlerinin de büyük ortağıdır. AMP’ nin diğer ortakları ise, Alman MG ve İngiliz RTZ dir.
ANZ(Australian and New Zeland Banking Group): Özellikle Avustralya’ da uranyum sanayiini finanse eder. Siyanürcü ahtapotun önemli finans kaynağıdır.
Chase Manhattan Chemical Bank: İki bankanın birleşmesi ile oluşan devasa parasal kaynak şu anda kimya madenciliğinin, özellikle siyanürcü ahtapotun en önemli para kaynağıdır. Özellikle Şili’ de bakır ve altın madenlerinin doğrudan ortağıdır.
Union Acceptances: Oppenheimer (AAC) ailesinin yatırım kuruluşudur. Chase Manhattan Chemical Bank, AMP, ile ortaklık içinde kimya madenciliğine parasal kaynak yaratmaktadır.
Barclay Bank: İngiltere’ nin üçüncü büyük bankasıdır. BZW adlı bir diğer İngiliz bankasıyla birleşerek, kendi dalında dünyanın ikinci büyük gücü haline gelmiştir. Parasal kaynak yaratmanın yanında bizzat, altın madenciliği de yapmaktadır. AAC nin altınlarının pazarlanmasında önemli işlevler görmektedir.
Dresner Bank: MG içinde yer alan bu Alman bankası, Türkiye’ de ki Normandy maden şirketine, özellikle Almanya’ da güçlü çevreci protestodan sonra, doğrudan para aktarımını kesti. Fakat dolaylı ortaklık ile bu destek sürmektedir. Dresner Bank’ın Degussa ve MG’ nin ortağı olduğunu bir kez daha vurgulayalım)
Diğer önemli para kaynakları ise; Morgan Guaranty, Citibank, Union Bank of Switzerland, Banco Commerciale Italiano, Dutche Bank, Bank de Paris, Royal Bank of Scotland(İngiliz kraliyet ailesi ile bağlantılıdır) bankalarıdır.
Siyanürcü Ahtapotu ve onun kollarını genel olarak ortaya koyduktan sonra, Türkiye’ deki şirketlerin, hangi kola bağlı olduklarını kısaca irdelemekte yarar var.
Balıkesir-Havran, Küçükdere’ de, Burhaniye Karadere, Çanakkale-Çan, Eskişehir-Sivrihisar-Kaymaz, İzmir Gaziemir, Efemçukuru’nda altın aramak için 1986 yılında Ankara’ da kurulan bir Alman şirketidir. Şirketin İsmi Preussag Aktiengeselschaft, kısaca Preussag dır. Bu şirket daha sonra iki kola ayrılıp şirketi, İngiliz Preussag’a devretti. Ama bütün yönetimi Almanlara aittir.
Preussag Almanya’ nın en büyük maden ve metal sanayi şirketidir. Önemli bir faaliyet alanı da kimyasal zehirli atıkların ve nükleer atıkların, sanayii atıklarının toplanması, depolanması ve imhası üzerinedir. Ortakları arasında Fransız Metalerope vardır.. Metaleope’ nin en önemli ortağı da Imetal’ dir. Imetal’ in ortakları ise nükleerci Fransız Cogema, ve devlet şirketi BRGM’ dir. 1997 yılında, AAC’ nin uzantısı olan GENCOR’ hisselerinin büyük bir bölümünü satar. Tüprag yine bu tarihten itibaren Kanadalı sicili kirli Eldorodo Gold Corparation adlı bir şirketin yan kuruluşu haline gelir. İsin yeniden değişir. İsim değiştirme taktiği bu alanda çok sık yapılır.
Preussag’ ın diğer bağlantılarını incelediğimizde; Alman Dresner Bank, Alman Metalgesellschaft şirketlerini de görmekteyiz. Tüm bu şirketleri aynı zamanda Türkiye Normandy(Eurogold) şirketinde de görüyoruz.
Preussag’la ilgili bir önemli bilgide, özellikle Avrupa’ da Turizm hareketini yönlendiren en büyük tur operatörü olmasıdır. Uçak, otel ve seyahat acentalığı alanında en büyük şirkettir. Büyük bir açlıkla, Avrupada ki büyük turizm şirketlerini yutmaktadır. Alman Preussag yatırım ve ortaklıkları ile kirlenmiş ismini TUI olarak değiştirmiştir.Türkiye pazarının da en büyük sahibidir. 1997 yılında, Eurogold’ un mahkumiyeti üzerine, Türk turizminde iki yıl yaşanan krizin nedeni bu ilişki ile verilen gözdağı olabilir mi acaba?.
Artvin Kafkasör, Hatilla Vadisinde, Gümüşhane Keçikale, Mezire ve Mescitlide altın çıkarmak istemektedir.
Cominco’ nun ortakları, AAC’ nin uzantısı olan Avustralyalı MİM, Alman MG(İnmet adlı şirketi ile), Kanadalı TECK ve Finans şirketi AMP’ dir. Bu ortaklığı eski Eurogold yeni ismi Normandy’ de de görüyoruz. Normandy, nin Gümüşhane Mastra’ da altın işletmeciliği girişimi şimdilik durdurulmuş durumda.
İlginç bir ilişkiyi aktarmakta yarar var.TEMA ikinci başkanı Ümit Gürses’in yakını Öner Gürses, 1995 yılında MTA adına yaptığı araştırmada yörede altın bulunduğunu tespit etmiş, bu durumu Devlete bildirmesi gerekirken, görevinden istifa ederek, Cerattepe yöresinde maden arama ruhsatı alıp, %0,2 pay karşılığında Cominco’ ya devretmiştir.
EUROGOLD(NORMANDY)
Buraya kadar anlatılanlar aslında bu şirketin hikayesidir. Türkiye’ nin siyanür cehennemine dönüştürülmesinde cephede en önde savaş vermektedir. Biliyor ki Bergama’da kazanacağı zafer, 600’ ün üzerinde altın madeninin açılmasını da sağlayacaktır. Diğer altıncı şirketler, farklı ve aynı ortaklık uzantıları ile aslında aynı Ahtapotun kollarıdır. Eurogold’ un zaferi diğerlerinin de zaferi olacaktır.
Siyanürcü Ahtapot’un en yakın akrabaları da nükleerci şirketlerdir. Altıncı şirketlerin çoğu aynı zamanda nükleer enerji ve uranyumla da ilgilidir. En büyüklerini incelemekte yarar var.
NUKEM: Nükleer felaketleri ile sicili en kötü olan şirkettir. Nükleer atık ticareti, gizli uranyum ticareti yapmaktadır. Paravan kuruluşu Transnükleer, atıkları gizlice dünyanın çeşitli bölgelerinde denizlere boşaltırken yakalanmıştır. Pakistan, Libya, Irak gibi ülkelere gizlice uranyum sattığı tespit edilmiştir.
NUKEM ortakları, İngiliz maden şirketi RTZ, Alman nükleer santral işletmecisi RWE, yine alman Metalgesellschaft(MG) ve kimya devi Degussa dır. Bu şirketler Türkiye’ de altın madeni işletecek şirketlerinde ortaklarıdır.
COGEMA:Diğer şirket ise yine sicili bozuk Fransız şirketi Cogema’ dır.Uranyum aramadan, nükleer atık ticaretine kadar çeşitli yatırımları olan şirketin en önemli yatırımlarından biri de altın madenciliğidir. Fransız devlet şirketi CEA(commisarait a ı’Energie Atomic)’ nın yan kuruluşudur. Yine uzantısı şirketlerden olan Pathfinder ile ABD’ de, BRGM ile Afrika, Mali ve Türkiye’ de altın işletmesine doğrudan ortaktır. Fransa’ da da altın arama işine girişmiştir. Bir başka uzantı şirket olan Erap ile Amax, Minorco, şirketleri vasıtası ile, dünya devi AAC ile altın ve uranyum işine de girmiştir.
Özetlersek, G. Afrikalı AAC, Alman Nukem, Fransız Cogema dünyanın bir çok bölgesinde yarattıkları çevre felaketlerinden sorumludurlar. Bu şirketler altın madenciliği ile Türkiye’ dedirler. AAC, Eurogol, Tüprag, Cominco’ nun ana ortağıdır. Nukem, yine bu şirketlerin ortaklarından olan Alman şirketlerinin öz malıdır. Cogema, da Türkiye’de ki söz konusu maden şirketlerinin Fransız ortaklarındandır.
Bu ilişkileri dikkate aldığımızda, dünyanın nükleer ve zehirli sanayi atıklarının depolanacağı yer olarak, Türkiye’ de işletilmek istenen 600’ ün üzerindeki madende bulunacak atık havuzlarının kullanılabileceği kuşkusunu doğurmaktadır. Çünkü tüm bu şirketlerin doğa ve insan katili kimlikleri defalarca kanıtlanmıştır.
LEFKE: 1974 yılına kadar Cyprus Mines Corp.(CMC) tarafından işletilen madende bugüne binlerce dönümlük ölü toprak ve çevresinde bulunan zehirli bir göl kalmıştır. Madeni işleten şirket önce Amoco daha sonra AMAX’ la birleşir.
OK TEDİ ALTIN MADENİ: Papua Yeni Gine’de 2100 m. yüksekliğinde OK Tedi dağında ki madenin zehirli atıkları yoğun yağmurlarla yaşanan toprak kayması yüzünden çevreye yayılır. 1100 km uzunluğundaki Fly River nehri tamamen kirlenir. Kirlenme öyle büyük boyuttadır ki, nehre 800 km uzaklıktaki su kaynaklarında ağır metal ve siyanür kirlenmesi tespit edilir. Masraf fazla olmasın diye atık havuzu yapılmamıştır. Sonuç, yoğun göç ve ölü topraklar. Madenci şirket 87 milyon dolar tazminat ödemek zorunda bırakılmış, fakat maden bakır madeni olarak hala işletilmektedir.
Madenci şirketin ortakları ise artık çok iyi tanıdığımız; Amerikan petrol ve maden şirketi AMOCO, Avustralyalı BHP(AAC’ nin uzantısı), Alman Metalgesellschaft(MG), Degussa; Dresner Bank tır.
TUI Altın madeni, 1973 yılında 2,5 milyon ton maden atığı bırakılarak terk edildi. Kurşun, civa ve kadmiyum içeren bu atıklar bölgenin tüm yer altı ve yerüstü kaynaklarını kirletmiştir. Özellikle Kadmiyum öldürücü bir zehir özelliğindedir. TUI madeninin bulunduğu bölgenin yerel meclisi, mevcut kirlenmenin önüne geçmek için 600.000 –1.000.000 dolarlık yıllık bir harcamanın gerekli olduğunu söylemektedir.
Martha Hill altın madeninde durum daha vahimdir. Atıkların oranı 30 milyon tondur ve maden yakınındaki Ohinemuri deresine bırakılmaktadır. Yoğun çevre kirliğine karşı yükselen muhalefet ve madende cevherin bitmiş olması öne sürülerek, madenci şirket bölgeden ayrılır. Fakat 1988’ de yoğun tepkilere rağmen maden yeniden açılır. Şirketin ana ortağı AMAX’ dır.
Eurogold şirketi Türkiye’ den 17 gazeteciyi propaganda için bu madeni gezdirmeye götürmüştü. Gazeteciler geri döndüklerinde, Y. Zelanda daki altın madeninin güzelliğini, zehirli atık barajında yüzen ördekleri anlattılar. Ama çevre köylerden insanlarla konuşmuş olsalardı, yaşanan felaketleri öğrenebilirlerdi.
Lefke’ yi de kirleten CMC tarafından işletilen Golden Cross altın madeninde de aynı felaket yaşanmaktadır. Çevreye verdiği zararlar yüzünden Yeni Zelanda devleti mahkemelerince yargılanıp kapatılan maden bir süre sonra yeniden faaliyete geçti.
RTZ’ nin işlettiği maden, 3500 metre yüksekliğindeki dağların üzerindedir. 3.6 milyon hektar alana yayılır. Günde 125.000 ton zehirli atık, yakında bulunan Ajikwa nehrine bırakılmaktadır. Bölgede korkunç bir çevre kirliliği yaşanır. Sular, balıklar, bitkiler, insanlar, toprak zehirlenir. Halk ayaklanır. Bu ayaklanma devlet güçleri tarafından silahla ve gözaltında öldürmelerle bastırılır. Öldürülenlerin ve kaybolanların arasında kadın ve çocuklarda vardır sayıları yüzlerle ifade edilmektedir. Benzer öldürme olayları Yeni Gine de de olmuştur.
Felaketin bir başka bilinen sonucu da, sulanamayan başta pirinç tarlalarından ürün alınamaması yüzünden yaşanan kıtlıktır. Bu kıtlık yüzlerce insanın 1997 yazında açlıktan ölümüne neden olmuştur.
Bu madeni ELDORODO adlı şirket işletmektedir. Bu şirketi Türkiye’ de TUPRAG’ ın sahibi olarak görüyoruz. İlişkilerini yukarda anlatmıştık. Asıl işi uranyum madenciliğidir. Rabbit Lake uranyum madeninde, yerlileri zorla çalıştırdığı, kaçmak isteyenleri tekrar yakalayıp madende çalıştırdıkları bilinmekte.Yaşanan felaket 1989 yılında meydana gelmiştir. Maden yakınlarında bulunan Collins Creek deresi Wallaston Gölüne akmaktadır. Bu dereye 2 milyon litre radyoaktif madde ve radyum, arsenik, nikel gibi ağır metalleri içeren maden atığı karışır. Sonuç, çevrede yoğun bir radyasyon, ve mezara dönen bir göldür. Şirket 1 milyon Kanada doları tazminat istemiyle yargılanır.
AMERİKA
Kanadalı Pegasus adlı şirket tarafından 1979 itibaren işletilen bu madenden doğal ortama akan siyanür ve ağır metal sızıntıları, asit kaçakları vahşi hayvan ölümlerine, tüm içme suyu kaynaklarının kirlenmesine, maden çevresinde yoğun toprak zehirlenmesine neden olur. Bölgede yaşayan yerlilerin yoğun mücadelesi sonucunda, şirket 1996 Federal Mahkemenin kararıyla Amerikan tarihinin en büyük tazminat ödeme cezasına çarptırılır. Ayrıca su arıtma tesisi, çevre düzenleme için yatırım zorunluluğu ile karşı karşıya bıraktırılmıştır.
Summitville ABD’ de Colorado Eyaleti sınırları içinde San Juan dağları üzerinde bir bölgedir.1986 yılında SCMCI(Summitville Consolidated Mine Company) isimli şirket altın madeni işletmeye başlar. Ortağı Kanada’ lı Galactic Resorces adlı şirkettir. Şirketin sahibi de Robert M. Friedland kişi ve kardeşlerine aittir. İşletme tipi bu gün Bergama Ovacıktaki altın madeninin aynısıdır. Şirket, atık barajından “sıfır dejarj” olacağını, doğaya hiçbir zehirli atık bırakılmayacağını garanti etmişti. Fakat madenin işletilmesinden bir ay sonra, atık barajından zehirli atığın sızdığı tespit edilmiştir. Atık barajında sızıntının önlenmesi için oluşturulan, kil tabakası ve plastik örtü asitlerin etkisiyle parçalanmış, maden yakınında bulunan nehir ve yer altı su kaynakları sızıntıyla kirlenmiştir. Sonuç tam bir yıkımdır. Bölgedeki Alamosa nehri 27 km buyunca siyanür bileşikleri, asit ve ağır metaller içeren maden atıklarıyla zehirlenir. Nehir balıkları ve vahşi hayvanlar kitlesel ölümle karşı karşıya kalır. Yoğun su kullanımıyla, çevredeki çiftliklerin su ihtiyacı karşılanamaz ve topraklar ölmeye başlar. Şirket madene 200 milyon dolar yatırım yapmış, 100 milyon dolar altın elde etmiş ve doğanın temizlenmesi için 120 milyon dolarlık bir yükü bırakıp gitmiştir. Maden 1992 yılında ABD hükümeti tarafından kapatılır. 152 milyon dolarlık tazminata çarptırılır.
Summitville’ den kaçan Galactic Resource adlı şirket, Golden Star ismi ile, G. Amerika’ da Guyana’ da altın madeni işletmek için kurulun çok ortaklı Omai Golden Mine adlı şirketi ile birlikte tekrar ortaya çıkar. Ortaklar yine tanıdığımız şirketler. Yani, yan kuruluşları ile ortak olan Alman MG, Degussa, Kanadalı TECK(MG’ nin ortağıdır) ve AAC şirketleridir. Bunlar tabi ki Türkiye’ de altın çıkarmak isteyen şirketlerdir. Frienland AAC’ nın en önemli uzantılarından biri olduğunu da biliyoruz. Aynı kaçınılmaz son burada da yaşandı. 19 Ağustos 1995 günü, Maden de bulunan atık barajı, yoğun yağmurlarla taşan Omai nehrinin azgın suları tarafından yıkılır. Zehirli atıklar beş gün içinde nehrin yan kolları ile 80 km kadar uzağa taşınır. 18 bin yerli yerlerinden olur. Ölümcül hastalıklar baş gösterir. Milyonlarca canlı zehirlenir ve ölür. Birleşmiş Milletler Guyana’ yı yardıma muhtaç felaket bölgesi ilan eder.
2000 yılı şubat ayı başında Romanya’daki BAİA MARE siyanürlü altın madeninde meydana gelen çevre felaketi sonucunda Tuna nehri siyanürle zehirlendi. Felaketten Romanya, Macaristan ve Yugoslavya etkilendi. Madenin sahibi ESMERALDA isimli Avustralyalı bir şirkettir.Ve artık çok iyi tanıdığımız Normandy Poseidon Bu şirketin sahibidir. Normandy aynı zamanda Romanya’daki tüm altın madenlerinin %50’sinin işletme hakkına da sahiptir. Yine bu şirket Türkiye’ de altın çIkarmak isteyen başta Eurogold(Normandy), Tüprag, Cominco ve Anglo Tur altın şirketlerinin de ana ortağıdır.
Türkiye’ye geldiğinden beri dünyanın en tehlikeli zehri siyanürü “şeker gibi tatlı” göstermeye kalkışan, dünyada bir çok çevre felaketine neden olan siyanürlü altın madenciliğini “en gelişmiş teknoloji” diye yutturmaya kalkışan EUROGOLD bu felaketle ilişkisiyle suçüstü yakalandı. Şirket bu telaşla;
”15.01.2000 tarihinde Bergama’da kamuoyuna dağıtılan “bilgilendirme notunda” EUROGOLD, kendini “sütten çıkmış kaşık” gibi göstermeye kalkışarak, felakete neden olan Romanya’daki BAİA MARE altın madenini “eski teknolojiyle inşaa edilmiş 100 yıllık bir tesis”, “kendi teknolojileriyle hiçbir ilgisi olmayan bir tesis” olarak tanıttı. Verdiği yanlış bilgilerle bugüne kadar sadece “gözleri altının pırıltısıyla kör olmuş” kimseleri kandıran EUROGOLD bu kez baltayı taşa vurdu.
Romanya’daki felakete neden olan Avustralyalı ESMERALDA şirketi ile akrabalığı ortaya çıkan EUROGOLD içine düştüğü suçluluk duygusuyla Türk kamuoyunu yanıltmaya cüret etti.
Londra’da peryodik olarak yayınlanan, dünyanın en tanınmış ve saygın madencilik dergisi sayılan MINING JOURNAL dergisinin, 14.02.200 tarihinde Romanya’daki “siyanürlü altın madeni” faciasına ilişkin açıklamasında : Tuna nehrini kirleten Romanya’daki siyanürlü madenin; “eski, 100 yıllık bir işletme olmadığı”, inşaatının 1997 yılında başladığı 1999 yılında bittiği, yepyeni bir tesis olduğu açıklandı.
MINING JOURNAL dergisine göre; baraj tesislerini yine Avustralyalı bir inşaat mühendisliği şirketi olan LCOPODIUM PTY LTD. yaptı. Avustralyalı bu inşaat şirketinin de EUROGOLD’un Avustralyalı sahibiyle ilişkili olduğu sanılıyor.
Romanyadaki Maden tesislerinin inşaat takvimi şöyle belirleniyor:
İnşaat şirketiyle Tesislerin inşaa sözleşmesinin imzalanması: 9 Temmuz 1997
İnşaat çalışmalarının Başlaması: 6 Ekim 1997
İnşaatın Tamamlanması: 20 Mart 1999
İşletmenin açılıp ilk Altının Elde Edilmesi: 9 Nisan 1999
Dergide, Romanya’daki siyanürcü ESMERALDA şirketinin zehirli madenle ilgili verdiği bilgiler aktarıldı: Buna göre “inşaat %20’lik bir emniyet katsayısıyla, yani normalden %20 daha emniyetli inşaa edildi”. İnşaatta, dünya standartları, ABD’nin resmi Çevre Koruma Kuruluşu olan EPA’nın (Enviromental protectioan Agency) ölçütleri kullanıldı. Siyanür sızıntısına neden olan BAIA MARE altın madenin tesisleri tümüyle dünyadaki en yeni teknolojiyle yapıldı”. Romanya’yı kirleten şirketin bu söylemleri EUROGOLD’un 10 yıldan bu yana Türkiye’de söyledikleriyle tıpa tıp aynı.
Hatta, EUORGOLD’un Bergama’da inşaa ettiği tesisleri 1997 yılında tamamladığı düşünülürse Romanya’da felakete yol açan tesis, Bergama’dakinden daha sonra yapıldı ve en gelişmiş teknikler uygulandı.
Durum böyle iken ; EUROGOLD’un, yaptığı açıklamayla “Romanya’daki tesisler çok eskidir, 100 yıllıktır, ondan yıkıldı, kaza oldu, ben modern teknolojisi uyguladım, Romanya’yla hiçbir ilgim yok, bizde bir şey olmaz” demesi, kamuoyunu yanıltmaya cüret etmekten başka bir şey değildir. Siyanürlü altın madenciğinin zehirli teknolojisi her yerde aynıdır. Üstelik Romanya’daki Bergama’dakinden daha yenidir. Buna rağmen kaza oluşmuş, tüm Avrupa’yı etkileyen bir çevre felaketine dönüşmüştür.” (Pergamon Derneği basın açıklaması).
Türkiyede’ ki siyanürcü şirketlerin etkin bilim adamlarından, Doç. Coşkun Yurteri’ nin önemli bir tespiti var:
“Siyanürcü şirketlere güvendiniz mi, siyanürlü altın madenciliği ile ilgili tüm sorunlar ve kuşkular ortadan kalkar”
Buraya kadar anlattıklarımızdan, siyanürcü şirketlere güven duymamızı gerektirecek ne bulabiliriz. İşte, görsel-yazılı medyanın, “bilim” ve “üniversite çevrelerinin, millet meclisinin, hükümetlerin içinden, altın çıkarılan bütün ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de altın sever “vatanseverler” bulabilmek mümkün olmaktadır. Ve tüm bu yaşananlara rağmen altıncı şirketlere güven duymamız için ellerindeki araçları kullanarak “övgüye değer” çalışmalarını yapmaktadırlar.
Son günlerde ortaya çıkan yeni siyanürcü aktörlerden iki DSP Millet(?)vekili, Başbakana verdikleri raporu, Ayhan Erler ve Vedat Oygür adlı bilim adamlarının hazırladıkları bilimsel çalışmaya dayandırdıklarını açıkladılar. Cumhuriyet Gazetesinden Deniz Som 12 Temmuz tarihli köşesinde bu iki “bilim” adamının söz konusu çalışmasının, 52.Jeoloji Kurultayı’na sunulan bir tebliğ olduğunu belirledi. Bu tebliğde, ABD Kaliforniya-Nevada’ da jeolojisi ile benzerlikten yola çıkılarak varsayım üzerinden modelleme yapılmıştır. Yine aynı yazıda bu “bilim” adamlarından Vedat Oygür’ ün, Eurogold’un ücretli bir elemanı olduğunu da belirtir.
Bu ilişkilerle üretilen bir rapor, basınımızın “güvenilir” gazetelerinden Milliyet ve onun “güvenilir” kalemlerinden Fikret Bila’ nın yazısı ve haberlerin tek dayanağı olduğunu görüyoruz. Bu kirli bir ilişkidir ve siyanürlü bir operasyonun, silahları olarak işlev görmektedir.
Siyanürcü Çete’ ye verilecek mücadele mutlaka kazanılacak, GÜVEN, GÜVENİRLİK ve NAMUS kavramları yeniden tanımlanacaktır.
Yazının başlığına gelince. Bunu isterseniz, Sefa Taşkın’ ın “Siyanürlü Ahtapot” isimli kitabından yapacağım alıntıyla açıklayayım:
“Eldorodo aslında, 16.yy’ la birlikte güney ve orta Amerika’ yı talan eden, onları bir tanrı gibi karşılayan yerli halkları kılıçtan geçiren İspanyol fatihlerinin arayıp da bir türlü bulamadıkları, dağı taşı altın olan düşsel bir ülkedir.
Kassandra, ünlü Troia Kralı Priamos’ un talihsiz kızıdır. Tarih öncesi Anadolu’ nun en kahraman erlerinden Hektor’ un ve Tanrıçalar arasından en güzelini seçmeyi bilen kaz çobanı Paris’ in kız kardeşidir.
Kassandra’ nın bir kusuru vardır! Her şeyi önceden görür, sezer. Troia’ nın, bir tahta at aracılığıyla barbar batılıların eline düşeceğini bilir ve söyler. Ama kimse ona inanmaz!
Çağdaş zamanlarda siyanürlü altıncılığın çevreye ve insanlara vereceği zararları, örneklerine bakarak sezip, söyleyenler günümüzün Kassandra’ ları olmalı! Mitolojide Kassandra, bilginlerin, bilgelerin umarsızlığını simgeler! Kimse onları dinlemez, herkes bildiğini okur”
Amerika’ da, G. Amerika’ da, Afrika’ da, Asya’ da, Türkiye’ de, Yunanistan’da Çek Cumhuriyeti’nde ve kimya madenciliğinin yapıldığı her yerde yükselen mücadele ve direniş, umarsızlığın simgesi olan Kasasandra’ yı umudun ve zaferin simgesi haline dönüştürecektir.
(*)Sefa Taşkın “Siyanürlü Ahtapot” Sel Yayıncılık Birinci Baskı Mart 1998