İhtilal sözcük olarak siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi anlamına gelmektedir.
İnkılap ise sadece siyasal iktidar değişikliği ile sınırlandırılamaz. Toplumsal, ekonomik, sosyal ve hukuksal sonuçları da vardır.
Devrim, Türkçe’deki özleştirme akımının ürettiği terimlerinden birisidir. Devrim, günümüzde hem ihtilal hem de inkılap karşılığında kullanılmaktadır.
Atatürk ise haklı olarak konuşmalarında inkılap sözcüğünü kullanmıştır.
5 Kasım 1925’te Ankara Adliye Hukuk Mektebi (Hukuk Fakültesi) açılışında yaptığı konuşmada, Türk inkılabını / Türk devrimini şöyle tanımlamıştır:
“Türk inkılabı nedir? Bu inkılap kelimesinin ilk anda ima ettiği ihtilal manasından başka, ondan daha geniş bir dönüşümü ifade etmektedir. Bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri bertaraf eden en olgun tarz olmuştur. Milletin, mevcudiyetini devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, yani millet, dini ve mezhebi irtibat yerine, Türk milleti bağıyla fertleri toplamıştır. Millet, bütün kanunlarının ancak dünyevi ihtiyaçlardan ilham alan ve ihtiyacın değişmesi ve gelişmesiyle, devamlı olarak değişmesi ve gelişmesi esas olan ‘dünyevi bir idare zihniyeti’ni hayat sebebi saymıştır.”
Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu mucizenin ismi, Türk devrimidir.
Türk devrimi, Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik ve hukuksal yapısında “hızlı” ve “kapsamlı” bir değişimi adeta mucize şeklinde gerçekleştiren bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu devrim ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan siyasal, toplumsal, ekonomik ve hukuksal yapı, kapsamlı ve hızlı bir şekilde bir değişime tabi tutulmuştur.
Türk devrimini daha iyi anlayabilmek için ilk önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısını bir kere daha hatırlamak uygun olacaktır:
Hukukta, Mecelle örneğinde olduğu gibi “şeriat” ve “örfi hukuk” bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Örfi hukuk, padişahlar tarafından ortaya konulan hukuki düzenlemelerdir.
Eğitimde ise medrese eğitiminin yanında çağdaş eğitim veren okulların II. Mahmut döneminden beri açılmaya başlandığı görülmektedir. Bunun sonucu ise “iki türlü eğitim” ile ülkede “iki türlü insan” yetiştirilmesi olmuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrim iki safhaya ayrılabilir: İhtilal ve inkılap safhaları.
İhtilal safhası, Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişi ile başlamıştır.
İhtilal safhasının doruğa ulaştığı tarih ise 1 Kasım 1922’dir.
1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile saltanat hilafetten ayrılmış ve saltanat kaldırılmıştır. Bu o kadar da kolay olmamıştır.
Bunun nedenlerinden birisini Rauf Bey, Mustafa Kemal’e şöyle ifade etmiştir.
“Genel görüşüme göre, bizde genel vaziyeti tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir.”
Padişah “baba”dır. Baba, koruyucu, ihtiyaçları karşılayan, doğruları bilen ve yönlendiren, gerektiği zaman da çocuklarını cezalandıran bir figürdür. Binlerce yıl bu kültür altında yetişen ve yaşayan bir topluma bu devrimi kabul ettirebilmek pek kolay olmayacaktır. Bunları savunan fikirlere ve faaliyetlere karşı yıllarca mücadele edilmesi gerekecektir.
Atatürk, 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirdiği ihtilal ile siyasal iktidarın kaynağını kökten değiştirmiştir. Hâkimiyet monarşiden, padişahtan alınarak halka verilmiştir. Bunun doğal neticesi ise “ümmet” yapısından “millet” yapısına geçilmiş olmasıdır.
1 Kasım 1922’de Osmanlı İmparatorluğu dönemi tamamlanmıştır. Ortaya yeni bir devlet çıkmıştır. O devletin adı ise Türk devletidir. Cumhuriyetin kurulması için ise Lozan Barış Konferansı’nın sonuçlanması beklenmiştir.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile artık inkılap safhası başlamıştır.
İnkılap safhasının dönüm noktasını, en önemli olayını ise 3 Mart 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Devrim Yasaları”nın kabul edilmesi oluşturmaktadır.
Hilafetin devam etmesi, Meclis’te saltanat taraftarlarını o an için tatmin ediyordu. Saltanat taraftarları zaman gelince, hilafet şekli altında hükümdar idaresi geri gelir diye ümitlerini koruyorlardı.
1 Mart 1924’te, Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in yeni çalışma yılı açılış konuşmasında yaptığı konuşmada; İslam dininin, dindarlığının yüzyıllardan beri uygulandığı biçimiyle bir siyaset aracı olma durumundan kurtarılarak yüceltilmesi zamanının geldiğini söyledi.
Bu, hilafetin kaldırılması demekti.
Devrim Yasaları kapsamında, Şeriye ve Evkaf (Vakıflar) Vekâleti de kaldırıldı. Yeni düzenlemeyle “Diyanet İşleri Başkanlığı” kuruldu. Başkanlık, sadece “itikat” ve “ibadet” ile dini müesseselerin yönetilmesinden sorumlu kılındı. Diyanet İşleri Başkanı’na hiçbir ruhani nitelik ve yetki verilmedi.
Diğer değişiklik ile de Genelkurmay vekâletten başkanlığa dönüştürüldü. Aslında bir şekilde Genelkurmay’a özerk bir yapı verildi. Meclis ile ordu arasındaki ilişkilerin yürütülmesi görevi Milli Müdafaa Vekâleti’ne bırakıldı.
3 Mart 1924’te Devrim ve Laiklik Yasaları’nın en önemli halkasını ise Tevhidi Tedrisat Kanunu oluşturdu. Kanun teklifinin gerekçesinde şunlar yazılmıştı:
“Bir ulusun bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise düşünce ve duygu birliğine ve dayanışma amaçlarına tamamıyla aykırıdır.”
Görüldüğü gibi, Atatürk’ün gerçekleştirdiği mucizenin ismi, Türk ihtilâli / Türk inkılabıdır. Türk devrimidir.
Anadolu İhtilali’nin dönüm ve doruk noktası 1 Kasım 1922, Türk inkılabının dönüm ve doruk noktası ise 3 Mart 1924’tür.
Burada önemli olan; hem Anadolu İhtilali’nin hem de Türk inkılabının en önemli doruk noktalarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararlarla oluşmuş olmasıdır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır.
Türk devriminde saltanatın ve hilafetin kaldırılması ile 3 Mart 1924’te çıkartılan Devrim ve Laiklik Yasaları kadar diğer önemli olan bir husus da “kurumsallaşma”dır. Atatürk’e göre Cumhuriyet yeniden kurumsallaşmadır.
Atatürk, 9 Haziran 1933’te yaptığı konuşmada kurumsallaşmanın önemini şöyle ifade etmiştir:
“Türk devrimi, Türk milletini son asırlarda geri bırakmış kurumları yıkarak yerine, milletin en yüksek medeni icaplarına göre ilerlemesini temin edecek olan yeni kurumları kurmuştur.”
Kurumsallaşma, aynı zamanda siyasal, toplumsal ve ekonomik bir birimin varlığını “bir kişiye” bağlı olmadan sürdürebilmesini ve gelişmesini sağlayan kalıcı bir yapı oluşturulmasını hedeflemelidir.
Çağdaş devletler kurumlarıyla varlığını devam ettirirler.
Sonuç olarak neden ve sonuç ilişkileri çerçevesinde; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1 Kasım 1922, 3 Mart 1924’te alınan devrimsel kararların ve “kurumsallaşma”nın önemi ve sonuçları iyi anlaşılmadan, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk devriminin yeterli seviyede anlaşılması zordur.
SÜRECEK…
* 26. Genelkurmay Başkanı