Darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci Nazlı Ilıcak, hakkında istenen cezanın darbeci askerler ile aynı olduğunu söyledi. “Kaderde bu da varmış, deyip sabretmekten başka çare yok” diyen Ilıcak olağanüstü hal döneminde cezaevinde olmanın zorluğuna dikkat çekti.
Hakkında ‘Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen tutuklu gazeteci Ilıcak, Yeniçağ yazarı Burhan Ayeri’ye bir mektup yazdı. Ayeri’nin “Nazlı Ilıcak’tan mektup var” başlıklı köşesinde yayımlanan mektup şöyle:Sevgili Burhan Ayeri,
Aylar önce bir yazında, benim için üzüldüğünü yazmıştın. O tarihte mektup hakkım yoktu; sana teşekkür edemedim. Mehmet Ali’nin haşarılıklarından da bahsetmiştin. Çok hoşuma gitmişti.
Benim hem avukat, hem de mektup kısıtlılığım daha yeni kalktı. Cezaevinde kalmak zor ama olağanüstü hâl döneminde daha da zor. ‘Kaderde bu da varmış’ deyip sabretmekten başka çare yok.
Sana durumumu kısaca özetlemek isterim. Ben FETÖ terör örgütü üyesi olduğum iddiasıyla tutuklandım. Bu suçlama yeterince korkutucu ve dehşet vericiydi. Sonra, Ahmet Altan’ın konuk olarak katıldığı ve Mehmet Altan’la birlikte yaptığımız Can Erzincan Televizyonu’nda 14 Temmuz 2016’daki program dolayısıyla her üçümüz asli fail ilan edildik. ‘Darbeyi biliyordunuz, darbe olsun istiyordunuz’ gerekçesi ileri sürülerek bu defa asli fail ilan edildim. Hakkımda istenen ceza sanık askerlerle aynı; ‘ağırlaştırılmış müebbet’. Oysa 14 Temmuz’daki programı yöneten ben olduğum için, hiç konuşmadım denilebilir. Ne ağzımdan darbe lafı çıktı, ne de darbeye övgü. Sen zaten, 27 Mayıs’tan beri benim darbelere karşı tavrımı bilirsin. O programda Ahmet Altan, EMASYA’nın yeniden canlandırıldığını, sivillerin gene askerlere bağlanacağından bahisle, kriz bölgelerinde böyle bir uygulamanın, darbeye giden taşları döşediğini belirtti. Sivil iktidarı uyardı. Ayrıca ben, bugünkü hukuk dışı uygulamalardan söz edip, Menderes ve Tahkikat Komisyonu’nu hatırlattım. Menderes’in kitlelerde hayranlık uyandırmasına rağmen bu komisyon dolayısıyla hâlâ eleştirildiğini söyledim. Suçlandığım programda iki defa çok farklı bağlamda ‘darbe’ lafı geçtiği için buna zemin hazırlamakla suçlanıyoruz. Aynı programda iki yıl sonra seçim olacağından söz ediyoruz. Meral Akşener’in kuracağı partinin ilgi toplayabileceğini söylüyoruz. Amma hakkımızda karar verilmişse elden ne gelir.
Savcının esas hakkındaki mütalaasında benimle ilgili bölümde hangi cümlelerim ya da attığım hangi tivitlerin darbe çağrıştırdığına dair açıklık da yok.Bizim dosyada TCK 309’la suçlanıyoruz. Yani şiddet ve cebir kullanarak anayasal rejimi değiştirmek. Ben neden laik, demokratik cumhuriyete karşı olayım? Niçin bir molla rejimini isteyeyim? Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin verdiği önemli bir karar var. Burada 309. madde uygulanması için ‘cebir ve şiddet gerekli’ dendikten sonra cebirin maddi cebir olduğunun altı çiziliyor.
309, TBMM’ye ilk defa ‘cebir ve tehdit kullanarak’ şeklinde gelmişti. CHP ve Ak Parti birlikte bunu CEBİR ve ŞİDDET yaptılar. Değişiklik önergesinin gerekçesinde aynen şöyle deniyordu; ‘Anayasada güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların Anayasayı ihlal suçu kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık bir şekilde vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin giderilmesi için böyle bir değişiklik gerekli görülmüştür’.