TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil hakkında 50 bin liralık manevi tazminat davası açtı, ayrıca suç duyurusunda bulundu.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın avukatı Samet Can Olgaç’ın Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu tazminat davasının dilekçesinde, Özdil’in, 16 Kasım 2017’de yayımlanan köşe yazısındaki iddiaların tamamen gerçek dışı olduğu, yazının başlığında “TBMM Başkanı” ibaresi kullanılarak, bahsedilen tüm olaylarla Kahraman’ın irtibatlandırılmaya çalışıldığı iddia edildi.
“Davalının bu söz ve değerlendirmeleri, bir gazetecinin söyleyeceği sözler olarak kabul edilemez. Bu sözlerin eleştiri olmadığı, düşünce açıklaması düzeyinde bulunmadığı, açıkça hakaret ve aşağılama, küçük düşürme amacı taşıdığı görülmektedir.” değerlendirmesinde bulunulan dilekçede, Özdil’den 50 bin lira manevi tazminat talep edildi.
SUÇ DUYURUSU
Öte yandan avukat Olgaç, müvekkili Kahraman adına Özdil hakkında, aynı yazı nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda da bulundu.
Suç duyurusu dilekçesinde, Özdil’in bahse konu yazıyla TCK’nın 125. maddesinde düzenlenen “kamu görevlisine hakaret” ile 301. maddesinde düzenlenen “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılması istendi.
Yılmaz Özdil, yazısında 1969’da ABD’nin 6. filosunu ve emperyalizmi protesto eden öğrencilere MTTB’lilerin saldırdığını ve bu sırada Kahraman’ın MTTB Başkanı olduğunu belirtmişti.
Yılmaz Özdil’in 16 Kasım 2017 tarihinde Sözcü gazetesinde yayımlanan “TBMM Başkanı” başlıklı işte o yazısı:
Temmuz 1968… CIA’in İstanbul’daki istasyon şefi Duane Clarridge, Gümüşsuyu’ndaki bir apartman dairesinin geniş penceresinden Dolmabahçe rıhtımını seyrediyordu.
Evsahibi Betty Carp’tı. Sovyet devrimi öncesinde Rusya’dan İstanbul’a kaçan, Macar kökenli Musevi bir ailenin kızıydı. Henüz 16 yaşındayken, ABD’nin Osmanlı büyükelçisi Henry Morgenthau tarafından İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne santral memuresi olarak işe alınmıştı. Rusça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Rumca ve Türkçe biliyordu. Zekası, işbitiriciliği etkileyiciydi. Daktilo memuresi yapıldı. 1919-1922, milli mücadelemiz sırasında Amerikan yazışmalarının tamamına şahit oldu. Amerikan vatandaşı oldu. Musevilikten Protestanlığa geçti. ABD’ye götürüldü, istihbarat eğitimi verildi. CIA kurucu başkanı Allen Dulles’in sevgilisiydi, evli ve üç çocuk babası CIA başkanıyla fırtınalı bir aşk yaşıyorlardı, Allen Dulles 1921’de İstanbul’da görev yapıyordu, o dönem tanışmışlardı. İkinci dünya savaşından sonra tekrar İstanbul’a döndü, artık santral memuru değil, bildiğin CIA casusuydu. İstanbul’da Ankara’da geniş çevre yaptı, bizim lavuk siyasiler ve angut bürokratlar, bu cıvıl cıvıl cilveli Amerikan güzelinin ağzının içine bakıyordu, yüzlerce vatan hainini devşirdi, muhbir haline getirdi. CIA’in bu memleketi ahtapot gibi sarıp sarmalamasında, büyük emeği vardı. “Ataşe” ayağıyla Türkiye’de 50 sene faaliyet gösterdi, 1964’te emekli oldu, İstanbul’dan ayrılmadı, 84 yaşında ölene kadar İstanbul’da yaşadı. Hiç evlenmedi, mirasçısı yoktu, vaftiz belgeleri Tünel’deki Protestan Kilisesi’ndeydi, ikametgahı ömrü boyunca Beyoğlu’ydu, hiç ev satın almamıştı, antika eşyaları, paha biçilmez halıları, Hacer isimli yaşlı hizmetçisiyle birlikte kirada oturuyordu.
Temmuz 1968… CIA’in İstanbul’daki istasyon şefi Duane Clarridge, işte bu efsane casus kadının, o zamanlar 74 yaşında olan Betty’nin Gümüşsuyu’ndaki apartman dairesinden Dolmabahçe rıhtımını seyrediyordu.
“Tam bağımsız Türkiye” sloganları atan üniversite öğrencileri, Altıncı Filo’yla İstanbul’a gelen ve şehri gezmek üzere karaya ayak basan Amerikan bahriyelerini denize döküyordu… Dewey Maroni kodadını kullanan Duane Clarridge, çaresizce ve öfkeyle seyrettiği bu manzarayı asla unutmadı. Seneler sonra hatıralarını kitap olarak kaleme aldı, “Dolmabahçe’de gördüğüm manzara, terörizmle uğraşmamın başlangıcı oldu” diye yazdı!
Gayet netti. Amerikan çıkarlarına karşı çıkmak “terörizm”di!
Yedi ay sonra. Şubat 1969. Üniversite öğrencilerinin Altıncı Filo protestoları devam ediyordu, Taksim’de miting yapacaklardı, valilikten resmi izin alınmıştı. “Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü” yapacaklar, Beyazıt’tan başlayıp, Dolmabahçe üzerinden Taksim’e gireceklerdi.
Aniden… Dinci basın devreye girdi. “Müslüman Türkiye, komünistlere ölüm” manşetleri atılmaya başlandı. Köşe yazarı kisvesi altındaki tetikçiler “memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme vakti gelmiştir” diye makaleler döşeniyordu. “Ey müslümanlar, kızıl kafirlerle topyekün savaş kaçınılmaz olmuştur, sağ kalan gazi olur, canını veren şehitlik şerefini kazanır” diyen bile vardı. Camilerin önünde megafonlarla anonslar yapıldı, cuma namazı çıkışında ahali kışkırtıldı, “cihada hazır olun, din elden gidiyor” deniyordu.
Gayet netti. Amerikan çıkarlarına karşı çıkınca “din elden gidiyor”
Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle sevkiyat yapılmıştı, eli sopalı, bıçaklı tipler getirilmişti, Taksim meydanında topluca namaz kıldılar, tekbir getirerek beklemeye başladılar.
Beyazıt’tan topluca 30 bin üniversiteli genç geliyordu. Dolmabahçe’ye vardılar, Gümüşsuyu’ndan Taksim’e tırmanırken, güya güvenliği sağlayan polis-asker kordonuyla dar bir yürüyüş hattına sokuldular. Tuzağa düşürülmüşlerdi. Koşarak Taksim’e giren ilk 400 kişilik öncü grup, tekbir getirerek bekleyenlerin saldırısına uğradı. 30 bin kişilik ana gruptan kopmuşlardı, polis-asker kordonuyla saldırganlar arasında sıkışmışlardı. Taşlar sopalar havada uçuşuyordu, polisasker seyrediyordu. Üniversitelilerden ikisi oracıkta hayatını kaybetti, bıçaklanmışlardı, 200’den fazla üniversiteli yaralandı.
Tarihe “kanlı pazar” olarak geçen bu olayda… Polis kalabalığa bakıyor, kolunda “mavi kurdela” varsa, dokunmuyordu.
Mavi kurdela, kimin hangi taraftan olduğunu gösteren etiket gibiydi. * Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle taşınan saldırganlar, İstanbul’a gelir gelmez, Milli Türk Talebe Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki merkez binasına götürülüyor, kollarına “mavi kurdela” takılıyordu!
Milli Türk Talebe Birliği’nin başkanı İsmail Kahraman’dı. * Yusuf’un boynuna ip geçirdiler. Son sözlerini sordular. “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum, sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz, biz halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın hizmetinizdesiniz” dedi. Astılar.
Hüseyin’in boynuna ip geçirdiler. Son sözlerini sordular. “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım, bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım, bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum” dedi. Astılar.
Deniz’in boynuna ip geçirdiler. Son sözlerini sordular. “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” dedi. Asamadılar… Cellata bırakmadı, ayaklarının altındaki tabureyi kendisi tekmeledi.
Deniz asılırken Yusuf’u getirip seyrettirmişlerdi, Yusuf asılırken Hüseyin’i getirip seyrettirmişlerdi. * Denizlere Yusuflara Hüseyinlere kıydı bu ahali. İsmail Kahramangilleri tbmm başkanı yaptı.
Bu yazıyı okuyup öğrenecekler şimdi… Koşarak gidip rahmetli bacıları Betty’e de fatiha okurlar gari!