Suudi Arabistan’ın önde gelen Şii din adamlarından Şeyh Nemr Bakır En-Nemr dahil 47 kişiyi idam ettiğini açıkladığı 2 Ocak’tan bu yana Tahran ile Riyad arasında artan gerilim, bölgesel bir krize dönüşüyor.
Diplomasi çevrelerinde, Türkiye’nin bu ihtilaf hakkında yaptığı açıklamaların hem zamanlamasının hem de içeriğinin Ankara’nın ne kadar ince bir ip üzerinde yürümek zorunda kaldığını gösterdiği konuşuluyor.
Gözlemcilere göre, Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un dün akşam yaptığı açıklama ile Dışişleri Bakanlığı’nın bugün yaptığı açıklama arasındaki ton ve içerik farkı ise Ankara’nın tutum almakta ne kadar zorlandığının göstergesi olarak görülebilir.
2 gün süren sessizlikten sonra, Ankara’nın ilk tepkisi 4 Ocak akşamı Numan Kurtulmuş’tan geldi.
Kurtulmuş, öncelikle Suudi Arabistan ve İran’ın İslam dünyasının iki büyük önemli ülkesi olduğunu, ikisinin de Türkiye açısından önemini vurguladı:
“Her iki ülke ile de iyi ilişkileri olan bir ülkeyiz. Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanmakta olan ve maalesef Ortadoğu’da var olan gerilimlere çok ilave ve sert bir gerilim şeklinde gireceği belli olan bu gerilimden her iki ülkenin biran evvel çıkmasını isteriz.
“Bölge zaten barut fıçısı halinde. Bu bölgenin daha büyük gerilimleri kaldıracak takati kalmamıştır. Her iki ülkeyle de dost olan bir ülke olarak söyleyeceğimiz şu:
“Her iki taraf da teenni içinde hareket etmek durumundadır. Suudi Arabistan ve İran’ın birbirine karşı hasmane tutum içerisinde hareket etmesi her iki ülkeye de zarar verir, bölgeye zarar verir.”
Kurtulmuş devamında ise hem Suudi Arabistan’ı “siyasi idam cezaları” ile ilgili olarak uyardı, hem de İran’ı ‘yabancı ülkelerdeki diplomatik elçiliklerin Viyana Sözleşmesi çerçevesinde korunmasına’ yönelik sorumluluklarını hatırlattı.
Buna karşın, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamada sadece İran’ın yükümlülüklerine vurgu yapıldı, iki tarafa da “teenni” ile hareket etme çağrısı yapıldı.
Suudi Arabistan’daki idamlara değinilmeyen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Suudi Arabistan’ın İran’daki diplomatik ve konsüler misyonlarına yönelik saldırılardan endişe duyulmaktadır. Diplomatik ve Konsolosluk İlişkileri Hakkındaki Viyana Sözleşmeleri uyarınca diplomatik ve konsolosluk misyon binaları tam dokunulmazlık hakkına sahip olup, kabul eden devlet bu misyonların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu bakımdan, Tahran ve Meşhed’deki Suudi Arabistan misyonlarına yönelik saldırılar kabul edilemez.
“Türkiye iki ülke ýarasındaki gerginliğin bölge güvenliği, istikrarı ve barışı üzerinde olumsuz yansımalara sebebiyet vermemesini, bir an önce tehdit dilinin bırakılarak diplomasi diline dönülmesini ve teenni ile hareket edilmesini istemektedir.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu da bugün AKP Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına yansıyan temkinli tavrı sürdürdü.
İki ülke arasındaki gerilimin bölgedeki gerilimi daha da büyüttüğünü belirten Davutoğlu da, Tahran’daki Suudi büyükelçiliğine yönelik saldırıya dikkat çekti:
“Diplomatik misyonlar uluslararası anlaşmaların koruması altındadır. Her türlü gerilim ortamında bile koruma altına alınmalıdır. Hangi gerekçeyle olursa olsun diplomatik unsurlara yönelik saldırılar kabul edilemez. Ne yazık ki bölgede yaşanan kargaşalar nedeniyle bu hassasiyet korunamıyor. İran ve Suudi Arabistan İslam dünyasının iki önemli ülkesidir. Bu gerilim, bölgemizdeki mevcut gerilimi büyütecek bir potansiyele sahiptir. Aklı selim yaklaşması, gerilimi artırıcı değil düşürücü davranması gerektiğini düşünüyoruz.”
Türkiye, Aralık ayı ortasında Suudi Arabistan öncülüğünde 34 ülkenin oluşturduğu “Teröre karşı İslam İttifakı”na katılımını teyit etmişti.
İttifak amacını “tüm terörist gruplarla mücadele” olarak belirledi.
Ankara bunun bir “Sünni ittifakı” olmadığını savundu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen haftaki Suudi Arabistan gezisi sonrası uçakta bir grup gazeteciye konuşurken bu konuya da değinmişti.
Erdoğan’ın, İran’ın bu ittifaka tepkisine yönelik sözleri basında şu şekilde yer almıştı:
“(İran) Nükleer enerjisi meselesinde dünyada yalnız kaldığı zaman Türkiye olarak neler yaptığımızı herkes biliyor. Brezilya ile bu işi sahiplendik. Ahmedinejad’la da görüşmelerim olmuştur. O dönemde İran’ın yanında yer alarak yalnızlığını ortadan kaldırdık.
“Daha sonra ne oldu? Nükleerle ilgili Batı ile masaya oturdular, belli bir noktaya geldiler. Şu anda İran’ın, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de mezhepçi yaklaşımlarını doğru bulmuyoruz. İranlılara hep şunu söylemişimdir:
“Ne Sünni ne de Şii. İslami, İslami. Olaya böyle bakmak lazım. Biz, mezhepçi bir yaklaşım içinde olmadık.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözleri son kriz patlamadan önce söylemişti.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ve Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları arasındaki ton ve içerik farkı Ankara’nın tutum almakta ne kadar zorlandığını gösterse de, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık seviyesindeki uyum ya da uyumsuzluk, önümüzdeki günlerde Ankara’nın nasıl bir çizgide yürüyeceğinin ve o ince ip üzerinde dengeyi koruyup koruyamayacağının asıl göstergesi olacak.
Haber:BBC Türkçe