Bu ülkede sinema yapmaya kalkan her kişi öncelikle Yılmaz Güney ile yüzleşmelidir. Yılmaz Güney,insanları sinema yapmaya teşvik etmesi ve desteklemesiyle bilinir.
Yaşım itibariyle kendisiyle tanışmamış olsam da sineması ile ilgili pek çok anım var.
Yılmaz Güney’i eleştirenler genellikle politik kimliği üzerinden ve adına yaratılan mit’ten yola çıkıyorlar…
Tam tersine sinemasının naturelciliği – doğası gereği – ve yönetmenin varlığını konularında çok güçlü hissettiren kimliği ile sinemasını eleştirebilmenin güç olduğundan ötürü Yılmaz Güney’e saldırıldığını düşünüyorum …
1970’de ”UMUT” filmi ile yaşadığı değişim sürecinin sonunda bir başka Yılmaz GÜNEY’le karşılaşıp ;belirli bir niteliği olan siyasi -estetik – aydın kimliğinden korkulduğunu düşünüyorum…
Yılmaz Güney’in sinemasından ”ürkü duymayan” bir tek zorba, ” faşist ” zihniyet yok gibidir …
12 Eylül darbecileri ve onların kaypak, yoz, yobazları ve eli kanlı çete başlarının bile ödlerini kopardı…
12 Eylülcüleri’nin gölgesinde uzun süre kalan Türkiye’de, gölgeyi adeta bir kurşun gibi yırtan YOL filmi döneminin İmralı yarı açık cezaevinden izinle çıkan 5 yolcu mahkumun izini sürüyor…
Filimlerini eleştirirken sonuca yoğunlaşmak yerine yaşanan dramlar ve sosyal gerçekliklerden pay almayı bilmeliyiz…
Her episod’u çok iyi bir tümleme ile veren epik sinema’nın devleşmesi ve konuların çarpmasıdır suratımıza.
Anadoluda aşk; aşk gibi yaşanmaz ve erkek lehine galibiyetle sonuçlanır bu filmlerde ve töre ve ağalık başkaldırıyı yenemese de doğa yener bu baş kaldıran insanın asi ruhunu…
Didaktik olabilen bir yapımlama- kurgusal uyarlama-uygulatma ile günün sorunlarına sırf sınıfla bakmakta yetmez…
Töre ve toprak reformu ile bakıldığında; ağaların eli kanlı yanı ve onların paralı maşaları şimdi gün yüzüne çıkar…